Emre Konuk

Ben Kimim?

İnsanların sosyal hayvan olduklarını ileri süren sosyal psikologlar, onlara elbette hakaret etmeye çalışmıyorlar. Sosyal ortamların, kitlelerin, grupların ve kişiler ile etkileşim içinde olmanın ne kadar önemli olduğunun altını çizmeye çalışıyorlar. Doğduğumuz andan itibaren, eğer ormana terk edilmiş vahşi bir çocuk değilsek, çevremizde hep insanlar var. Her zaman ister istemez, sözlü veya sözsüz iletişim halindeyiz. Bir çok farklı gruba dahil oluyor, değişik çevrelere giriyor ve her ortamda etkileşim içinde oluyoruz. Yalnız olduğunu düşünen, son derece izole yaşayan bir insan bile “benlik” duygusunu bu iletişim ve etkileşimlerden oluşturuyor.

Aslında iletişim teorisinin temel aksiyomlarının birinden söz ediyoruz: Eğer kişi bir ilişki içindeyse iletişim kurmadan edemez.  Yani hiçbir şey söylemeden tavana baksa bile, “söylediklerin beni ilgilendirmiyor” demiş olur. En azından öyle demiş gibi algılanabilir. İnsanlar bazen sahneye çıkar, sözlü veya sözsüz olarak mesajlarını iletirler. Bazen de  seyirciyle birliktedirler. Olanları izleyerek, tepkileri ve geri bildirimiyle oyunu etkiler, şekillendirir ve oyunun devamına neden olurlar. Bu koreografi ile oluşur kişinin benliği. Üstelik bunun farkında da değildir. Ona sorsanız, “ben buyum işte, ben hep böyleydim” diyebilir.

Sen nasıl birisin?

Bu sorunun cevabını kişi nasıl bulur?

Oturup düşünmüş olabilir, ya da hiçbir şekilde buna kafa patlatmamış olabilir. Ama elbette bir cevabı vardır ve kim olursa olsun bu cevap bir değer taşır. Kendini tanıma, aydınlanma, iç yolculuğa çıkıp kendini keşfetmenin önemi hep vurgulanır. Bu oldukça zor ve çaba gerektiren bir arayıştır. Fakat bundan daha kolay olarak insan tek bir şey yapabilir. Aynaya bakar. Bu ayna, duvarda asılı olan değil, her gün her etkileşimde başka kişilerin ona tuttuğu aynadır. Amerikalı hümanist sosyolog Charles Cooley bu “ayna benlik” kavramını ilk ortaya atan kişidir.

Ona göre, “ayna benlik” kavramında 3 önemli unsur var:

1. Başkalarına nasıl göründüğümüzü kafamızda canlandırırız
2. Bu canlandırdığımız görüntünün başkaları tarafından nasıl yargılandığını canlandırırız.
3. Bu canlandırdığımız yargılar ile benliğimizi oluştururuz.

Bu şekilde kendimiz hakkındaki düşüncelerimiz aslında başkalarının bizim hakkımızda ne düşündüklerini düşünmemiz ile oluşmuş olur. Böylece mesele; “Senin gözünde ne isem, ben oyum” şeklinde formüle edilir. Tabii ki bu tek bir kişinin yargısı hakkındaki düşüncemizden oluşmuyor.

Hayat boyu karşılaştığımız ve özellikle çocukluk döneminden itibaren algıladığımız her tepki ile oluşan bir benlik duygusu bu. Özellikle çocukluk dönemi dedim çünkü kişinin kimlik oluşturması ve benlik duygusu bu dönemlerde oturmaya başlıyor. Hemen altını çizmek gerekiyor: Burada sözü edilen; başkalarının mutlak ve gerçek yargısı değil, algıladığımız tepkilerden bizim vardığımız yargılar ya da yorumlar.

Bir şey anlatırken birinin gülmesi, kişinin “ben komik birisiyim” düşüncesini içleştirmesine yol açarken, başka bir kişiye “ben yeterince zeki değilim, komik oluyorum” düşüncesini çağrıştırabilir. Bir kişi kendini iyi hissederken diğeri hayat boyu zeki olmadığı düşüncesinin verdiği özgüven sorunuyla boğuşup durabilir. İşin daha da kötü tarafı; artık içselleştirdiği bu düşünce ile, çevresinde bu düşünceyi çağrıştıran ne hareket ve etken varsa onu algılamaya başlar. Algıdaki seçicilik ile cımbızla çeker gibi, zaman geçtikçe aptal olduğuna dair “kanıtlar” artar. Sonuçta çoğu insan bu şekilde hayatını sürdürür durur ve belki de asla sebebini sorgulamaz. Kendimizle ilgili inançlarımız, ne yazık ki, “gerçeklere” ve “doğrulara” dönüşür.

Bu bağlamda aslında kendimiz hakkında oluşturduğumuz düşüncelerin bazen yanlış yargılar, yanlış anlaşılmalar ve doğru olmayan inançlardan oluştuğunu görebiliriz.  Yani kendimize dair bütün düşüncelerimiz aslında birer illüzyon mu demek oluyor? Hayır, yalnızca benliğimizin algılamalarımız ve yorumlarımızla oluştuğunu ve bunun dışında da bir anlamı olmadığını söylemiş oluyoruz. Budizm’in de söylemek istediği bu değil miydi?

Haftaya,  kendimizi ne kadar iyi tanıdığımız sorusuna yanıt arayacağız.

Meraklısı için: Charles Cooley, On Self and Social Organization, University of Chicago Press, 1998

08.04.2010

 

Benzer İçerikler :

Festinger'den Kültlere ve Tehlikeli Gruplara

Geçen hafta Festinger’in “Zihinsel Çelişki” ya da “Zihinsel Tutarsızlık” diyebileceğimiz teorisinden söz ettik. Bir iki de...

Otoriter Rejimler Nasıl Ortaya Çıkar

Bilim adamları senden benden farklı olmayan, normal diyeceğimiz insanların nasıl olup da dehşet verici katliamlara neden olabildikleri, şiddet ...

Dayanıklılık 4

Üç haftadır hayatın fena halde dayattığı zamanlarda ve bir yaşam tarzı olarak “dayanıklı olmakla” ilgili araştırmaları özetlem...

Beynin Gücü - 2

Geçen hafta beyin araştırmacısı Alvero Pascual-Leone’nin Harvard Tıp Merkezinde yaptığı devrim niteliğindeki bir dizi araştırmasını özetlem...

İlginizi Çekebilir :

Epigenetik İlkeler - III

Son iki haftadır, insana dair çok tartışılan"doğa mı (genetik mi) yoksa yetiştirilme mi (çevre mi)?"sorusundan bahsediyor ve bu meşhur soruya bir...

Olumsuzdan Kurtulmak Yetmez

https://www.dbe.com.tr/tr/yetiskin-ve-aile/18/terapistlerimiz/ Gerek mutluluğu yakalamak, gerekse işyerinde verimi arttırmak söz konusu olduğunda olumsuzdan ...

Mutluluğun Yolları 1

Geçen hafta bizi neler mutlu eder ve neler mutlu etmez üzerinde durduk. Gördük ki,gelir düzeyi bir yere kadar mutluluğumuza katkıda bulunuyor, sonra bir etkisi ...

Egzersiz ve Depresyon - II

Geçen yazımızda, egzersiz ve depresyon ilişkisini ele almış; depresyona, depresyondaki kişinin beyninde gerçekleşen değişikliklere ve ilaç ile egzersizin ...