Beyin ve Zeka

Beyin ve Zeka

Zekaya olan ilgi, geçtiğimiz yüzyıl boyunca kimi zaman artan kimi zaman azalan bir çizgi izlese de bilim adamlarının yanıt aradıkları sorular aşağı yukarı hep aynı kaldı: Zeka nedir? Zeka ne kadar güvenilir bir şekilde ölçülebilir? Zeka testleri bir insanın eğitim ve iş başarısını ne kadar doğru tahmin edebilir? Zeka testi hangi yetenek alanlarını içerir ve/veya içermelidir?

Zekaya yönelik araştırmaların geçmişi bir yüzyılı bulsa da, zekanın biyolojik temellerine yönelik araştırmalar, son 20-25 yıl içinde yoğunluk kazanmıştır. Zihinsel becerilerimizin kaynağı olarak gördüğümüz organımız hiç şüphe yok ki beynimiz. Bu nedenle, zeka olarak tanımlanan beceriler grubundaki farklılıkların kökeninin de yine bu organda olması gerekiyor. Beyinle ilgili yanıtlanamamış birçok soru varken, bunlardan bir yenisi de, zekanın beynin nerelerinde bulunduğu sorusu. Beyinde bir “zeka merkezi” mi var, yoksa beynin birçok yerinde bulunan değişik alanlar çeşitli şekillerde birlikte çalışıp zeka davranışını mı sergiliyorlar?

Geçen yıllar içinde deneysel psikoloji çalışmaları sırasında sorulan sorulardan biri de şöyleydi: “Bir kişi yeni bir ortamda karmaşık problemler çözerken beyninin hangi alanlarını kullanır?” Bu soru, zekanın iki temel unsuru olduğunu ortaya çıkardı: Bunlar yeni bir bilgiyi işleme hızı ve belleğin hızıdır. Zeka testlerinde daha yüksek ve daha düşük puanlar alan kişiler, bilgisayarlı bir ortamda yeni bilgiler öğrenmek durumunda bırakıldıklarında, daha “zeki” olan kişilerin, yeni bilgileri çok hızlı bir şeklide öğrendikleri ve işledikleri,daha sonra da kısa ve uzun dönemli belleklerine daha çabuk yerleştirebildikleri ve orada depolanan bilgiye çok daha kısa bir sürede ulaşabildikleri saptanmış. Zeki kişiler kısa süreli belleklerinde daha çok sayıda bilgi tutabiliyorlar ve bu bilgiler üzerinde çeşitli işlemler gerçekleştirebiliyorlar. Örneğin, doğru neden-sonuç ilişkilerini kurup, doğru sonuca ulaşabiliyorlar.

Bu duruma bir örnek klasik bir problem olabilir: İki tren saat 10’da karşılaşıyorlar. Eğer bir tanesi 90km/saat, diğeri ise 135km/saat ile yol alıyorsa, saat 9:40’da aralarındaki uzaklık kaç kilometredir? Böyle bir problemi çözmek için kişinin bütün verileri aklında tutması, problemi bölümler halinde çözmesi ve daha sonra bütün bu yeni bilgileri de zihninde birleştirebilmesi gerekir. Bu bilgilerin tümünün de bu arada kısa süreli bellik içinde tutulması zorunludur.

Ancak, adından da anlaşılacağı gibi, kısa dönemli bellek, bilgileri anacak 20-30 saniye gibi kısa bir süre kendi içinde barındırır. Eğer bu zaman içinde bilgi tekrarlanmazsa, kaybolur gider. Bu durum da zekanın öbür yönünü gündeme getirir: Bilgiyi işleme hızı. Genellikle karmaşık zihinsel işlemlerin yürütülmesi gereken durumlarda, zihnin işlemesi gereken o kadar çok bilgi vardır ki, beyin sürekli yeni bilgi almak, bu bilgileri kısa dönemli bellekte saklamak ve bunları yeri gelince çağırmak durumunda kalır. Birçok zihinsel işlem için o anki veriler de yeterli olmaz, daha önceden edinilmiş olan bilgilerin ve becerilerin de ortaya çıkarılması gerekir. Örneğin verdiğimiz örnekte, saat ve dakikalarla ilgili bilgilerin hatırlanması gibi. Bu derece karmaşık işlemler sırasında, bütün bu sistemin çok hızlı çalışması işleri kolaylaştırır, aksi takdirde bazı bilgiler kaybolabilir ya da işlemler çarpıtılabilir.

Sonuç olarak, depolama kapasitesi ile işlem hızının uyumlu ve hızlı bir şekilde çalışmasının önemli olduğu söylenebilir. Her ne kadar beyin ve bilgisayar arasında önemli farklar bulunsa da ikisinin de performansını belirleyen Merkezi İşlem Ünitesinin (Central Processing Unit) hızı ve depolama (RAM) kapasitesidir.

1960’ların sonundan beri bilim adamlarının sorduğu soru, beynin sahip olduğu kapasitenin ıspatlanıp ıspatlanamayacağı. Bu durumu saptamak için kullanılan yöntemin adı “uyarılmış potansiyel” (evoked potential). Bunun için kişinin beynindeki elektrik ölçülüyor; yani kişiye çok basit işitsel veya görsel sinyaller verilerek, beynin buna ne kadar çabuk tepki verdiği EEG yardımıyla ölçülüyor. Bu işlemin sonucunda da beynin bu konudaki özelliği, yani uyarılmış potansiyeli ortaya çıkıyor. 1990’ların sonunda gelinen noktada, daha zeki olarak tanımlanan insanların bu uyaranlara daha hızlı ve daha önemlisi daha değişik tepki verdikleri.

Resimli EEG sonuçları, daha zeki insanların, beyin aktivitelerini kortekste daha küçük alanlara sığdırarak, karmaşık işlemleri çözümleyebildiklerini göstermektedir. Bu kişilerin aktive olan alanları, o iş için özellikle gerekli olan alanlardır. Daha az yetenekli kişilerin ise aynı işlem için beyinlerinde çok daha geniş bir alanı aktive etmeleri ve bunun için de çok daha fazla enerji harcamaları gerekmektedir. Bu farklılıklar başka ölçüm araçlarıyla da desteklenmektedir. Beyindeki metabolizmayı ve enerji kullanımını ölçen Positron Emisyon Tomografisini kullanan bazı çalışmalarda da benzer sonuçlara rastlanmaktadır. Bir kişi ne kadar zekiyse, beyni o kadar az enerjiye ihtiyaç duymaktadır. Bu kişilerin, problem çözme sırasında, çok daha az sayıda nöronal devreyi harekete geçirdikleri saptanmıştır. Öte yandan bu derece şanslı olmayan kişiler, oldukça geniş korteks alanlarını harekete geçirmektedirler ve bu da bazen yarardan çok zarara yol açmaktadır.

Bu bulgular, daha zeki beyinlerin daha verimli çalıştıklarını ortaya koymaktadır. Ancak bunun nedeni nedir? Bunun için daha kapsamlı yapısal-anatomik çalışmalara ihtiyaç vardır.

Bir beynin yapı taşları tek tek sinir hücreleri yani nöronlardır ve bir beynin içinde yaklaşık yüz milyar nöron vardır. Her sinir hücresinde, bilgiyi almak üzere bulunan dendrit ve hücrenin uzun bölümünü oluşturan ve bilgi çıkışını sağlayan aksonlar bulunur. Aksonların çevresi onları korumakla görevli miyelin adlı bir maddeyle kaplıdır. Hücreler arası bilgi aktarımı da sinapslar sayesinde olur. Kişiler arasındaki zeka farkları, sinir hücresi temel alındığında, dendrit sayısı, nöron sayısı, sinaps sayısı, sinapslardaki bilgi aktarımının kalitesi ya da miyelin kalitesi gibi birçok alandan kaynaklanabilir. Ancak bahsi geçen alanların hiçbirini, nöroloji biliminin bugün geldiği noktada ölçmek ve değerlendirmek olası değildir. Bu nedenle, zekanın nörobiyolojik temellerini anlamamızı yardımcı olabilecek iki değişik model ölçülebilmeyi beklemektedir.

1. Miyelin Hipotezi

Nasıl bir elektrik kablosu daha iyi izole edildiğinde, elektriği daha hızlı iletir, daha verimli çalışır ve kısa devre yapma olasılığı azalırsa, daha sağlam şekilde miyelinle kaplanmış aksonlar da, daha çabuk ve daha az kayıpla çalışırlar. Bu görüş, kişinin gelişimiyle de desteklenmektedir, zira kişinin öğrenme hızının yaşamının 15. yılına kadar hızlı olduğunu ve 65. yıldan sonra da düşmeye başladığını biliyoruz. Bu zamanlama, miyelinin oluşumu ve tekrar yıkılması ile de eşzamanlıdır.

2. Nöral Ayıklama Hipotezi

Kişinin beynindeki sinaps sayısı hep aynı kalmaz. Kişi büyüdükçe, beyinde yeni bağlantılar oluşur. Ancak bu bağlantılar zaman içinde gerilemeye başlar. Bu sürece “nöral temizleme/ayıklama” adı da verilir. Yaşamın ilk beş yılında oluşan bağlantılar, yaşamın 15. yılına kadar ayıklanmaya başlar. Zeka geriliği olan kişilerin ölümlerinden sonra beyinlerinde yapılan incelemeler, bu kişilerin beyinlerinde alışılmışın dışında yüksek sayıda sinaps olduğunu göstermiştir. Bunun açıklaması, bu kişilerin beyinlerinde gereğinden fazla bağlantı olduğu,yani çok fazla şeyin çok fazla şeyle bağlantı kurduğudur. Buna karşılık “deha” olarak tanımlanan kişilerin beyinlerinde, belki de bu temizleme ya da ayıklama işlemi çok verimli bir şekilde gerçekleşmiş ve sadece gerekli sinapslar beyinde saklanmış olabilir. Bu da, bu kişilerin beyinlerinin küçük bir bölümünü kullanmalarını ve daha az enerji harcamalarını açıklayabilir.

Sonuç olarak, iki hipotezin de kat etmesi gereken uzun bir yol var. Bu arada, sadece belli alanlarda özel bir yetenek sergileyen kişilerin beyinlerini nasıl kullandıkları da ayrı bir araştırma konusu. Örneğin, bir matematik dehası ile çok başarılı bir yazarın beyinlerini kullanmaları farklı mı, ya da hangi açılardan farklı? Bu sorulara ek olarak, son yıllarda ortaya çıkan değişik zekalar ve duygusal zeka ile beyin arasındaki ilişki de henüz hiç ellenmemiş bir alan olarak karşımıza çıkıyor. Gerçekten de daha yanıtlanması gereken çok sayıda konu var.

Klinik Psikolog Şeniz Pamuk

DBE Davranış Bilimleri Enstitüsü

Kaynak: Psychologie Heute Dergisi, "Beyin ve Zeka", Temmuz 2002, Derleme

DBE Yetişkin ve Aile Psikolojik Danışmanlık Merkezi
Bizi Arayın  Terapistlerimiz

Benzer İçerikler :

HIRPALANMIŞ KADIN SENDROMU

“Şiddetle ilgili yapılan araştırmalar çok çarpıcı gerçekleri göz önüne sermektedir. Bunlar; aile içi şiddetin toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin bir...

Narsisistlerin Eşlerine Kullandığı Sekiz Ruhsal İstismar Taktiği

Eşleri tarafından kasıtlı şekilde duygusal olarak sömürülen; düzenli olarak aşağılanmalara ve reddedilmeye maruz kalan ve buna tahammül eden, kendi karakterine ...

İstanbul Psikolog & Psikoterapist

İstanbul’da psikolog & psikoterapistleri ile güvenilir hizmet veren Davranış Bilimleri Enstitüsü, psikoloji disiplini çerçevesinde yaklaşım gösteren ...

Belirsiz Kayıp

‘Belirsiz kayıp’ kavramını ilk defa bir iş arkadaşım bahsederken duydum ve çok ilgimi çekti. ‘Kayıp’ yaşadığı için çeşitli zorluklar...

İlginizi Çekebilir :

Duygudan Mesafe Almak

İnsanın psikososyal bir varlık olması, onu varlığını sürdürmek ve gereksinimlerini karşılamak için toplu halde yaşamaya ve diğer insanlarla iletişim kurmaya ...

EMDR Avrupa Derneği’nden Türk Araştırma Ekibine Prestijli Ödül

40'tan fazla proje arasından, “Travma Sonrası Stres Bozukluğu” yaşayan Suriyeli mültecilere EMDR Terapisi uygulayarak yaptıkları çalışmayla, ...

BORDERLINE KİŞİLİK BOZUKLUĞU İLE YAŞAMAK

BORDERLINE KİŞİLİK BOZUKLUĞU İLE YAŞAMAK Günümüzde Borderline’ın gerçekte ne anlama geldiği ve nasıl tedavi edildiği konusunda çok fazla k...

DEPREM PSİKOLOJİSİ VE ÖNERİLERİ

Bu zorlu süreçte hepimiz yaralar aldık, kayıplar verdik. Fırtınanın yarattığı siste varacağımız noktanın tam olarak neresi olduğunu bilemiyor ve kayıplarımızın ...