Sartre O Gün Neden Sinirliydi
Geçen hafta Fransızın iflah olmaz, bir hayli komik kaçan İngilizce alerjisinden söz etmiştik. Aslında alerji başta Amerika olmak üzere, İngiltere yani Anglosakson kültürüne diyebiliriz. Amerika kaynaklı, neredeyse her şeye karşı oluşmuş bir alerji. Paris'te onca yer dolaştık yalnızca iki adet Starbucks, üç adet de McDonalds gördüm. Hele Gloria Jeans teyzemizin adı bile geçmiyor. Tabii Starbucks Paris'e gelse, Fransa ne büyür ne de küçülür. Ama iş Starbucks'la kalmıyor. Ben kendi alanımı biliyorum. Psikoterapide Freud ve Lacan'da takıldılar, bir türlü adım atamıyorlar. 40 yıldır Lacan'ın ne demek istediğini anlamaya çalışıyorlar. Oysa boşuna zahmet. Adam anlaşılmak için yazmıyor ki.
Üçlü çete
Eskiden Bebek'te Nazmi diye bir meyhane vardı. Tam denizin başladığı yerde solda. Zamanın ağır topları akşama doğru orada toplanır, adamına ve gününe göre ya memleket kurtarılır ya da sanat eleştirisi yapılırdı. Daha doğrusu sanatçı eleştirisi yapılırdı. Başı da, şimdi hepsi rahmetli olan üçlü çete çekerdi. Arkalarından konuşmak gibi olmasın diye isim vermiyorum. Saatlerce tartışırlar ama neyi neden tartıştıkları anlaşılmazdı. Daha doğrusu bu sonuca ulaşmak benim için biraz zaman aldı. Hem daha çocuktuk hem de hocalarımız ikide bir zeka seviyemizi gündeme getirirlerdi. Ayrıca "Child Abuse", Türkçesiyle "çocuklara eziyet" serbestti. Kısacası ortada anlaşılacak bir şey olmadığını anlamak biraz zaman aldı. Arada bir birileri çıkıp, aklı başında bir şeyler söyleyecek olursa, o dakka başları ezilirdi. Cezası ağırdı: Örneğin bir daha Nazmi'ye gelemezlerdi. Ancak bu duruma seyrek rastlanılırdı. Çünkü itiraz edenlerin de ne dediği anlaşılamadığından tehlike doğurmazlar, hatta akşama renk katmış olurlardı. Sadece sahneyi fazla işgal etmemeyi bilmeleri gerekirdi. Benim hayatta ilk aydınlanmam işte bu büyüklerim sayesinde olmuştur. Hayatta bazı şeyler, metinler, kişiler anlaşılamaz, bu nedenle ruhunu üzmeye deymez. O tarihten beri bir "iç ölçü" geliştirmişimdir. Kuyruğu çekilecek adamı beş dakika içinde tanırım. Bu ölçüyü pekiştirmeme neden olan şahsiyetlerin başında Lacan (Fransız psikanalist) ve hemen arkasından Sartre gelir (Fransız felsefeci). İkisinin de Fransız olması kesinlikle rastlantı değildir. İstenirse daha en azından yarım düzine uzak durulacak Fransız'ın adını verebilirim.
Hayat dersi 1
Şimdi efendim bir Ağustos sıcağı. İstanbul kaynıyor. Ben takmışım kafayı varoluşçuluğa. Sartre'ın kitabı 700 sayfa. Meraklısı için söyleyeyim; "Varlık ve Hiçlik". Zaten başta adı faul. Hayat dersi 1: Kim ki, kozmik sorular soruyor uzak duracaksın, birlikte gezip eğlenmeyeceksin, evlenmeyecek ve çocuk yapmayacaksın. Bu altın kurala uymayan nice körpe vatan evladı önce "varoluşçu bunalıma" girdiler, sonra da gözlerimizin önünde sapır sapır döküldüler. Hepsinin toprağı bol olsun. Neyse, yaz bitiyor ama Sartre bir türlü bitmiyor. Ben daha doğru dürüst denize bile girememişim. Tam bu sorunu aşmak için felsefe tarihini başından ele almam gerektiğine karar vermiştim ki, o tarihi olayı yaşadım. Yani ucundan sıyırdım. Belki anlamama yardımcı olur diye Sartre'a bulaşmış kim varsa okuyorum. Sevgilisi Simon günlük tutmuş, Sartre'la beraberliğini yazıyor. Aklımda kaldığı gibi naklediyorum: "Jean (Sartre'in ilk adı. Göbek adı da Paul.) bütün gün çok sinirliydi. Yanına yaklaştırmadı. Bu gibi durumlarda ne yapacağımı bilemiyorum. Akşama doğru nihayet öğrenebildim niye sinirli olduğunu. Meğer bir gün önce yazdıklarını anlayamıyormuş".
Hayat dersi 2
O saniye "bu iş tamamdır" dedim. Kitabın kapağını bir daha açmamak niyetiyle kapadım. Yanılmışım. Yıllar sonra barıştık. Hayat Dersi 2: Meyhanede verilen "Ego savaşlarıyla" Sartre'ı karıştırma. Daha doğrusu işini ciddiye alan, işi için ciddi mesai harcayan hiç kimseyi diğerleriyle karıştırma. Hele hele tek derdi sahneyi terk etmemek olanlarla hiç karıştırma. Bütün bunlar Lipp'in garsonuna, Sartre'a, Fransa'ya ve Sarkozy'ye nasıl bağlanıyor? Bu arada geçen hafta yazımı okumayanlar için küçük bir açıklama: Lipp Paris'in seçkinlerinin ve entelektüellerinin sık gittiği, tarihi bir restoran. Bu restoranın garsonunun Amerikalıların restorana gelme ihtimalinden nasıl ödünün patladığını kısa bir anekdotla anlatmıştım. Aslında Lipp'in garsonu, bin yıllık, imbikten geçmiş rafine bir kültürün dışavurumu. Adam sadece bu koreografinin bozulmadan devam etmesi için uğraşıyor. O yüzden menüyü İngilizce'ye çevirmiyor. O yüzden Amerikalıdan öcü gibi korkuyor. Bu koreografiyi bozma ihtimali olan hiç kimseye de sıcak bakmıyor. Yani onun derdi müşteri memnuniyeti değil. Sartre'ın da derdi beni memnun etmek değil. Sartre çok satmak için yazmıyor. İnsanın durumunu anlamaya çalışıyor. Ben anlayayım diye de uğraşmıyor. Lipp'in garsonu da, Sartre da kendi değerlerini tavizsiz yaşayabilirler, koreografilerini koruyabilirler. "Dışarıda" neler oluyor, bakmaları da gerekmiyor. Ama Fransa'nın böyle bir lüksü yok. O dışarıda neler oluyor hesaba katmak zorunda. Sarkozy'nin bu paradoksu aşmaya, yani değerlerini koruyarak değişmeyi sağlamaya soyunduğunu söylemek mümkün. Lipp'in garsonu Amerikalıyı neden restorandan uzak tutmaya çalışıyorsa, Sarkozy de o nedenle bizi Avrupa Birliği'nden uzak tutmaya çalışıyor. Lipp'in garsonunun kafası hiç karışık değil. Ama Sarkozy'nin kafası fena halde karışık. Haftaya Sarkozy.
08.07.2007
Benzer İçerikler :
Aldatılan Neler Yaşar? İnsan canlısının yaşayabileceği en büyük acının sevdiği birinin ölümüyle yaşandığı söylenir. Bu yüzden de matem tutulur. Matem de ...
Daha önceki yazılarımızda Kahneman ve öğrencilerinin karar alma ve bununla bağlantılı olarak, karar almayı etkileyen ikna yöntemlerinden söz etmiştik. İyi bir...
Geçtiğimiz iki hafta, sorunları aşmak için takındığımız iki tavır üzerinde durmuştuk. Birincisi; sorunların ortaya çıkmasına yol açan nedenleri araştırmak ve ...
Önceki haftalarda, yetişmenin ve her tür çevresel unsurun önemini vurgulayan epigenetik yaklaşım perspektifinden zihin ve beden ilişkisini konu etmiştik....
İlginizi Çekebilir :
Gallup Enstitüsü’nün değişik sektörlerde ve ülkelerde yüksek performans gösteren 8000 yönetici ile yaptığı geniş kapsamlı bir çalışmayı özetlemey...
Geçtiğimiz haftalarda, kolayca ikna olmamıza ya da bizden istenen bir şeyi yapmamıza neden olan temel ilkelerden söz etmiş ve altı başlık altınd...
Daha önceki yazılarımızda, insanın tamamen rasyonel bir varlık olduğu varsayımı üzerine konuşmuş, bu varsayımın, bilimsel arka planının zayıflığından v...
İlkin daha önce söylediklerimizi özetleyelim: 1. Bir kısım araştırmacı, özellikle son 40 yılda yapılan ve bugünün beslenme ve şişmanlıkla ilgili sağlık ...