Emre Konuk

Eğitimde Dönüşüm - III

Geçen hafta, eğitim sistemine yönelik beklenti ve ihtiyaçlara dikkat çeken bazı bilimsel çalışmalardan bahsetmiş ve eğitimin ne olması gerektiği üzerinde durmuştuk. Eğitimin öncelikle kişinin gelişimine katkıda bulunması gerektiğini düşünüyor, her bir bireyin en olumlu yönde şekillenmesine, beceri ve yeteneklerini fark etmesine ve bunları verimli bir biçimde kullanabilmesine imkan sağlamak sorumluluğunda olduğuna inanıyoruz. Bu sebeple bu hafta önce psikolojik gelişim ile ilgili bazı önemli detayları paylaşacak, daha sonra ise bu bilgilerin eğitim uygulamaları için ne anlama geldiğini konuşacağız.

Sosyal bilim dallarına sıklıkla konu olan yarı felsefi bir soru vardır: Doğa mı, yetiştirilme mi? Başka bir deyişle, genler mi yoksa çevre mi?  Bilim insanları yıllar yılı kişinin gelişiminde hangisinin daha belirleyici olduğunu sorguladılar ve tartıştılar. Bugün, farklı profesyonellerin görüşleri birine veya ötekine daha yakın olabiliyorsa da, yapılan sayısız araştırma sonucunda her iki unsurun da çok önemli rolleri olduğu açıkça bilinmektedir. Bilimsel çalışmalar ve gelişen beyin görüntüleme teknolojileri, kişinin genetik mirası ile çevresel koşullarının (yetiştirilme tarzı, sosyoekonomik durum, eğitim, arkadaş ortamı, vs.) sürekli bir etkileşim içerisinde olduğunu gösteriyor. Kişinin gelişimi, bu etkileşime bağlı olarak gerçekleşiyor.

Netleştirmek için bir örnek verelim. Genlerinizi bir tarlaya ekili tohumlar olarak düşünün; zemininizde onlara sahipsiniz. Ancak nitelikleri önemli olsa dahi, gelecekleri büyük ölçüde dış koşullara da bağlı. Bir tohum, var olması için iklim elverişli, bakım iyiyse meyve verir; etraf yalnızca börtü böcekten ibaretse kurur gider. Tıpkı bunun gibi, genlerin hangisinin, ne derecede ve nasıl ifade bulacağı da çevresel unsurlara bağlıdır; kimi koşullar, varlıklarını destekleyici, kimisi ise körelticidir.

Gelişimi desteklenen genetik malzeme (örneğin, bu belli bir yetenek olabilir), beyinde bazı nöronların (sinir hücreleri) hareketlenmesine ve bunun diğer bazı nöronlar ile aynı anda gerçekleşmesine sebep olur. Bu tekrarlandıkça beyinde birtakım bağlantılar ve örüntüler oluşur; beyin bir şeyi öğrenir. Bu süreç tekrarlandıkça, yani kişi, beyninde bu hareketlenmeyi tetikleyen uyaranlarla daha çok karşılaştıkça, bağlantılar ve örüntüler kuvvetlenir. Öte yandan, gelişimi desteklenmeyen genetik özellikler büyük ölçüde körelir.

“Peki bunların konumuzla ne ilgisi var?” diyorsanız, okulların yaşamımızın büyük bir kısmını geçirdiğimiz ortamlar olduğunu hatırlatalım. Ana okulu ve üniversiteye giden birini kıstas alacak olursak, 4 ile 22 yaş arasında, yaklaşık haftanın beş günü, günün sekiz saati okulda oluyoruz; belki de evden çok okulda vakit geçiriyoruz. Bu nedenle okul, “çevresel unsurlar”ın en önemlilerinden. Bir okul, bir öğrenciyi yetenekleriyle tanıştırabilir, potansiyeline ulaştırabilir, olumlu yönde gelişmesine yardımcı olabilir, veya aynı şekilde, yeteneklerinin farkına varamadan, potansiyelini kullanmadan, gelişimden yoksun ya da olumsuz yönde “gelişerek” hayatını sürdürmeye sevk edebilir. Anlaşıldığı üzere eğitim sistemine çok büyük bir sorumluluk düşüyor.

Çevresel koşullar uygun olduğunda, başka genetik özelliklerimiz gibi belli yeteneklerimizin ifade bulabildiğini, ortaya çıkabildiğini söylemiştik. Eğitimde bu yeteneklerden faydalanıldığı zaman, öğrenci, sürece dahil oluyor. Kendini iyi hissetmenin ötesinde, somut olarak beynindeki en gelişmiş bağlantıları kullanıyor. Böylelikle öğrenirken daha çok keyif alınıyor, öğrenme daha çabuk ve daha kolay oluyor, öğrenilen şeyin kalıcı olma ihtimali artıyor. Öğrencilerin yetenek alanlarını keşfetmek için, arzularına, kolay öğrendikleri konulara ve haz aldıkları konulara yönelmek gerekiyor. Oysa geleneksel yaklaşımı benimseyen öğretmenler ve okullar, öğrencinin her alanda öğrenmesini talep ediyor ve hiçbir alana tamamıyla kendisini adamasını teşvik etmiyor ya da buna izin vermiyorlar. Böylece öğrencinin yeteneklerini geliştirmesine yeterince olanak tanınmamış oluyor.

Yanlış anlaşılmasın; öğrencilerin yalnızca sevdikleri alanlarda derslere katılmalarını önermiyoruz. Belli bir temel bilgi ve beceri kazandırmanın gerekliliği aşikar. Özellikle eğitim sürecinin ilk yıllarında, öğrencilerin farklı disiplinlerle tanıştırılmalarının, düşünce biçimlerini geniş tutmalarına ve olası ilgi ve yetenek alanlarını fark etmelerine faydası olduğunu inanıyoruz. Ancak bu alanlar fark edildikten sonra, “tam” olabilmeleri adına, buradaki ilgi ve zamanlarını kısıtlamalarını isteyerek, mutlaka başka alanlara yöneltilmelerini doğru bulmuyoruz. “Her şeyden biraz olsun” anlayışına karşı çıkıyoruz. Her şeyden biraz olması şart değil; ilgi ve istek duyulan, beceri sahibi olunan alanlarda gelişmek daha mühim.

Türkiye’dekinden farklı olarak, yurt dışındaki, kişisel başvuru sistemine dayalı üniversitelere baktığımızda, bireylerin her alanda bir miktar bilgi ve beceri sahibi olmalarındansa (temel konular hariç), gerçekten başarılı oldukları bir yeteneklerinin bulunmasının ne denli önemli olduğunu görebiliriz. Gençlerin bu okullara giriş biletleri, çoğu zaman, kendilerini geliştirip başkalarından farklılaştıkları, bu fevkalade yetenekleri oluyor.

Haftaya arzu ettiğimiz, ideal yaklaşımın, uygulamada nasıl fark yarattığından bahsedeceğiz.

Kaynak

Gordon, G. & Crabtree, S. (2006). Building Engaged Schools: Getting the most out of America’s classrooms. NY: Gallup Press.

23.06.2011

Benzer İçerikler :

Eğitimde Dönüşüm - IV

Geçen yazımızda psikolojik gelişim ile ilgili önemli bir konuyu gündeme getirmiş; genetik ve çevresel unsurların rolleri üzerine konuşmuştuk. Belli bir genetik ...

Gençlik Araştırması 2

Cumhuriyetimiz kurulduğu günden bu yana sürekli bir değişim sürecini yaşamakta. Bu süreçte özellikle belli değerleri, gelenekleri ve alışkanlıkları korumak ...

İşim, Eşim, Kişiliğim 2

Geçen hafta sizlerle Davranış Bilimleri Enstitüsü’nde meslektaşlarımla birlikte cevabını aradığımız soruları ve araştırma sonuçlarını paylaşmıştım. Temel ...

Yasamızı Çıkarır Hakkımızı Alırız

Geçen hafta, 1990’larda Özal’ın çıkarmaya çalıştığı Sağlık Reformu Yasa Tasarısına rahatı bozulacak ve tabii gücü elinden alınacak olan...

İlginizi Çekebilir :

Niye Zayıflayamıyoruz?

Önce geçen haftanın önemli noktalarını bir özetleyelim: Kilonun, yani bedende biriken yağın kendisi kalp, kanser, diyabet, gibi rahatsızlıkların nedeni...

İK'nın Parayla Sınavı 2

Geçen hafta İK’nın stratejik ortaklığı meselesini irdeledik. Özetle şöyle dedik: 1. Yönetimler İK’yı stratejik ortak olarak görmüyorlar. 2. ...

Çalışanınıza Güvenin

Kanada’da Queens Üniversitesi’nden Julian Barling ve arkadaşları, iş ortamındaki psikolojik dengeleri inceleyen bir araştırma yapmışlar. B...

Denileni Anlamak

İki haftadır temaları bir biriyle yakından ilişkili iki yazı yazdım. İlkinde temel soru şuydu: Nasıl oluyor da artık savaşlarda sivilleri, çocukları öldürmek ...