Emre Konuk

Türk'ün Türk'ten Başka Düşmanı Yoktur

Aslında hiç de niyetim yoktu Orhan Pamuk meselesine bulaÅŸmaya. Çarşı zaten yeteri kadar karıştı, “bırak tarihçiler karar versin” dedim kendi kendime. Ama iÅŸte memleket sevgisi bırakmıyor. Radikal’de, bayağı bir sayıda aydınımızın Orhan Pamuk’a ve onunla birlikte Nobel Ödülü’ne “cephe açtıklarını” okuyunca inanamadım ve dayanamadım. Ben de bugüne kadar tarihin karanlıklarında salınıma bıraktığım bazı gerçekleri onca yıl sonra faÅŸ edeyim, yani ifÅŸa edeyim yani paylaÅŸayım dedim.

Efendim sene yanılmıyorsam 1984. Bendeniz Amerika’da San Francisco’nun az güneyinde Palo Alto’da bir terapi merkezinde hem ufkumu geniÅŸletiyorum, hem de çalışıyorum. Palo Alto ilgi çekici bir ÅŸehir. Zeka ortalaması, yani IQ 122. IQ ortalaması 122 olunca 140’ın üzerinde, yani deha düzeyinde epeyi adam ortalıkta dolaşıyor demektir. O güne kadar 22 Nobel çıkmıştı Palo Alto’dan. Herhalde bugün 30’u bulmuÅŸtur.

Yani son 30–40 yılın bugün yaÅŸamımıza giren pek çok yeniliÄŸi Palo Alto’dan çıkma. Hangi köşeyi dönsen son derece ilgi çekici bir ÅŸeylerin peÅŸinden koÅŸturan birine tosluyorsun. Yani insanın canı hiç sıkılmıyor. Çifte Steve’ler artık garajdan çıkmışlar, MacIntosh’u, hiç hesapta yokken birden “iki milyon adet nasıl üretir de satarım” diye karalar baÄŸlıyorlar. HP esen rüzgarı arkama alıp nasıl uçarımın hesaplarını yapıyor.

Eski ama sıkı komünist Julio, araÅŸtırma laboratuarının başında bugün yaÅŸamımıza giren CD’yi yapmaya çalışıyor. İki elinin iÅŸaret ve baÅŸparmaklarını birleÅŸtirip, bugünkü CD kadar bir daire oluÅŸturarak “Emre, Library of Congress’deki (bizdeki Milli Kütüphanenin ABD versiyonu) bütün kitapları bunun içine sokacağım” diyor. Julio Arjantin cuntasından, eÅŸi Isabel de CIA operasyonu nedeniyle Åžili’den kaçıp Palo Alto’ya gelmiÅŸler ve Stanford Üniversitesi de hemen onları kapmış. Amerika böyledir: Åžili’de cuntayı baÅŸa getirir, ama cuntanın gelme nedeni olan komüniste burs verip en iyi üniversitesine alır. Amerika geliÅŸmiÅŸ beyinden korkmaz: “Julio sen iyi ve güzel ÅŸeyler mi yapmak istiyorsun? Al sana olanak. İstersen geri kalmışlığa nasıl çare bulursun onu araÅŸtır, istersen CD’yi icat et”. Ama Amerika geliÅŸmemiÅŸ beyinden çok korkar. Ben Ladin ödünü patlatır. Daha doÄŸrusu Julio’yla nasıl baÅŸ edeceÄŸini bilir de Ben Laden’le bilmez.

Neyse bütün bunlar olurken Palo Alto’ya, New Varsity nam salona Yılmaz Güney’in Yol filmi geldi. Bayağı da bir reklamı yapıldı. Aylarca bütün Amerika’yı dolaÅŸtı. Cümbür cemaat gittik. Ekipte UNESCO’nun baÅŸkanı (Olimpiyatları açmaya gelmiÅŸti), Stanford Fizik Bölümü BaÅŸkanı ki, aynı zamanda rahip, seçime hazırlanan bir senatör adayı, Julio ile eÅŸi Isabel ve birkaç öğretim görevlisi vardı. Sonra Julio’nun Arjantin’den geldiÄŸi garanti etlerinin eÅŸliÄŸinde neredeyse bütün gece film ve dolayısı ile geliÅŸmekte olan ülkeler, kültürel farklar ve daha pek çok ÅŸey tartışıldı. Tartışmalar boyunca ruhum hep gidip geldi. Söyleyeyim mi, söylemeyeyim mi? En sonunda açıklamam gerektiÄŸini düşündüm.

Efendim film baÅŸladığında Yılmaz Güney’in kendisi 10 dakika kadar bir konuÅŸma yaptı. Yakın plan, yani kafası tüm sahneyi kaplıyordu. Türkiye ile ilgili olumlu hiç bir ÅŸey söylemedi. Fena halde kötüledi. Kendisinin düşüncelerinden ötürü “prangaya mahkum” edildiÄŸini söyledi. Sanıyorum alt yazıda İngilizceye “heavy duty” (ağır işçilik, yani taÅŸ kırmak filan anlamına) diye çevrilmiÅŸti. Hapisten çıkamayacağını, muhtemelen hapiste öldürüleceÄŸini düşündüğü için memleketini terk etmek zorunda kaldığını da bir güzel ekledi. Bu arada filmdeki bitmez tükenmez yolculukta ikide bir üzerinde “Kürdistan” yazan yol levhaları gözüküyordu.

Ben de insanlara Türkiye’nin insan hakları açısından sütten çıkmış ak kaşık olmasa da, Yılmaz Güney’in kendisi ile ilgili söylediklerinin tamamının yalan olduÄŸunu, Türkiye’de “prangaya mahkum olmak” diye bir cezanın olmadığını, yarı açık hapishane olarak kullanılan bir adada Yılmaz Güney’e devletin bir ev verdiÄŸini, burada çok rahat bir hayatının olduÄŸunu, arkadaÅŸlarının, meslektaÅŸlarının kendisini ziyaret edebildiÄŸini, hatta hapisteyken film yaptığını, suçunun da düşünce suçu olmadığını, bir restoranda karısına hakaret eden bir hakimi (savcıyı?) silahıyla öldürdüğünü, cezasının “kasden adam öldürmek” olduÄŸunu, ağır tahrik nedeniyle cezasının indirildiÄŸini, aynı zamanda adam öldüren ve soygun yapan teröristlere maddi yardım yapmaktan ve onları saklamaktan ötürü hakkında suçlamalar olduÄŸunu, bunların da düşünce suçu olmadığını anlattım.

O zamanlar çok üzülmüş ve kızmıştım. Nasıl oluyor da Yılmaz Güney gibi bir adam, Cannes’da ödül alabilmek ve filmini pazarlayabilmek için onca yalanı söyleyebiliyor ve ülkesine bu kadar zarar vermeyi göze alabiliyordu. Daha da kötü olan, Türk solunun ve entelektüelinin bütün bunları bildiÄŸi halde o zaman ve benzeri durumlarda hiç sesini çıkartmayıp, ÅŸimdi Orhan Pamuk söz konusu olduÄŸunda kıyameti kopartmasıdır. Artık bunu anlayabiliyoruz çünkü Türk solunun tavrını oldum olası ilkeler deÄŸil, politikalar belirlemiÅŸtir. Bunun da öbür adı “takiyye yapmaktır”.

Yılmaz Güney’e gelince. Zaman zaman kliÅŸe ve komik ÅŸeyler üretse de, son derece yetenekli, kendini geliÅŸtiren ve bunu yapıtlarına yansıtan, yaÅŸasaydı çok daha güzel ÅŸeyler yapacak biri diye görürüm. Yani elmayı armuttan ayırmaya çalışırım. Neticede bir kültüre en büyük katkıyı sanatçılar, felsefeciler ve bilim adamları yapıyor. Onları bu katkılarından ötürü daha fazla kollamamız gerektiÄŸini düşünüyorum. Çünkü onlar bu toleransın olduÄŸu yerlerde yeÅŸerebiliyor ve çoÄŸalabiliyorlar. ÇoÄŸaldıkları ülke de onlarla birlikte deÄŸerleniyor.

29.10.2006

Benzer İçerikler :

Davranışsal Ekonomi Üzerine - V

Son yazımızda davranışsal ekonomi alanındaki araştırmacıların ekonomi dünyasıyla tanıştırdıkları birtakım olgulardan bahsetmiş ve deneysel çalışmalarına...

Gençlik Araştırması 2

Cumhuriyetimiz kurulduğu günden bu yana sürekli bir değişim sürecini yaşamakta. Bu süreçte özellikle belli değerleri, gelenekleri ve alışkanlıkları korumak ...

Yöneticiler İçin Başarı Stratejileri 3

CCL’in (Center for Creative Leadership) “baÅŸarılı yöneticiler” ve “iniÅŸe geçen yöneticilerle” yaptığı araÅŸtırmaya devam ...

İletişim Kuramı Ve Hipnoz

Bugünkü yazımızda, iletişim kuramı perspektifinden hipnozu konuşacağız. Hipnoz, birçoğumuzun merak ettiği, ancak pek az bildiği ya da anlayabildiği bir olgu. ...

İlginizi Çekebilir :

İkna - II

Geçtiğimiz hafta, ikna konusuna giriş yapmış tık. İkna üzerine yapılan araştırmaların akademik alanın dışına çıkamadığına; genel olarak toplumun, kapsamlı ...

Çalışanı Kim Memnun Eder

Çalışan memnuniyetini ve bağlılığını belirleyen faktörleri artık iyi biliyoruz. Çalışan bağlılığına odaklı bir kurum kültürü, yönetim anlayışı ve yönetici ana ...

Tarikata Nasıl Bulaştım?

Herhalde 14–15 yaÅŸlarında olmalıyım. Okulda fena halde canım sıkılıyor. BildiÄŸiniz can sıkıntısı. Canı sıkılan ergen ne yapar? Tabii ki okulu kırar. Yıl ...

Kolestrol: Bir Masal Daha 5

Geçen hafta ilaç araÅŸtırmalarını yapan bazı araÅŸtırmacıların, “rakamlara iÅŸkence” yaparak istatistikten anlamayanları nasıl kandırdıklarınÄ...