Emre Konuk

Tarikata Nasıl Bulaştım?

Herhalde 14–15 yaşlarında olmalıyım. Okulda fena halde canım sıkılıyor. Bildiğiniz can sıkıntısı. Canı sıkılan ergen ne yapar? Tabii ki okulu kırar. Yıl boyunca 22 gün okulu kırma hakkım var. Anneme daha okul yeni başladığında boş kağıtlara imzasını attırıyorum. Sonra da hastalanmamaya bakıyorum, hakkımı kaybetmemek için.

Kırıp ne yapıyoruz? Çok seyrek sinemaya gidiyoruz. Bu en az keyif vereni. Bir kere okul kırıp sinemaya gitmenin bir anlamı yok. Sinemaya zaten istediğimiz zaman gidiyoruz. İkincisi içim hiç rahat etmiyor. Yani keyfini çıkaramıyorum. Ama yine de arkadaşlarla kırdığımızda sinemaya gidiliyor. Bu yüzden operasyonu yalnız başıma yürütmeyi tercih ediyorum.

Favorim Robert Kolej’in kütüphanesi. Yani bugünkü Boğaziçi Üniversitesi. İkincisi Amerikan Konsolosluğu’nun kütüphanesi. Üçüncüsü Redhouse kitabevi. Bu üç mekanın gelişimime katkısını inkar edersem nankörlük etmiş olurum. Sonra da diğer kütüphaneler ve sahaflar.

Bir gün sahaflarda Mecelle’nin Türkçe’sini arıyorum. Edebiyat hocamız Mecelle’nin aruz vezniyle yazıldığını söylemişti. Ben de şiir formatında yazılmış bir hukuk kitabını merak etmiştim. Kime sorsam “yok” diyor. Girdiğim bir kitapçıda birkaç yaşlıca adam dini bir konuyu tartışıyorlar. Konuşmalarını bölmedim. Raflarda Mecelle’yi arıyorum. Sonra ben de dinlemeye başladım. Neticede bir zaman sonra ne aradığımı söyledim. Adamlar bulacaklarını söylediler.

Bir zaman sonra Mecelle’me kavuştum. Yolum sahaflara düştükçe uğramaya başladım. Her gittiğimde genellikle o ekipten biri olurdu. Ama bir tanesi ile daha çok sohbet ederdik. O bana genellikle Sufizm’i anlatırdı, ben de ona o sıralarda neye merak salmışsam onu. Bu Budizm olabildiği gibi, Anti Psikiyatri de olabiliyordu. Felsefe ortak konumuzdu genellikle. Sufizm’in Batı felsefesinden çok etkilendiğini söylerdi. Budizm’le Sufizm’in ilişkisini de benden öğrendiğini dile getirip teşekkür ederdi. Artık benim kendimi iyi hissetmemi istediği için mi böyle söylerdi, yoksa sahiden mi dediği gibiydi durum bilmiyorum. Ama beni başından beri takdir ettiğini, değer verdiğini bilirdim.

İlişkimiz, İstanbul dışında yaşadığım yıllar nedeniyle kopukluklarla devam etti. Bir gün Beyazıt’ta Beyaz Sarayın altındaki kitapçıların birinde, kitabevinin sahibi ile sohbet ediyoruz. İçeri bir Amerikalı kadın girdi. Bir kitap arıyor. İşini hallettikten sonra, Istanbul’da ne yaptığını sordum. “Hocamız hasta olduğu için gelemedi, biz geldik” dedi. “Biz” dediği, bir uçak dolusu insan. “Ne hocası” filan derken anlaşıldı ki, Hoca dediği kişi bizim sahaflardaki amca. Üstelik koskoca bir tarikatın da başında. Kadına toplantılara katılıp katılamıyacağımı sordum. “Herkese açık” dedi. Neticede bir gece Dergah’a gittim. Hoca beni görünce, “Birgün olacaktı, o gün bugünmüş” dedi. “Peki niye kendinizi hiç tanıtmadınız” dediğimde de, “Tanıtsaydım müridim olurdun” dedi.

Bu konuşmadan birkaç gün sonra uzun bir süre için Amerika’ya gidiyordum. Bana gideceğim yerleri sordu. Nereye gideceksem gideyim, ihtiyacım olursa diye arayabileceğim birilerinin adını verdi. Bunlardan biri de, bir üniversitenin rektörü idi. Yaşadığım şehrin çok yakınında olduğu için bir gün denk düşürdüm, gittim. Rektör’e İstanbul’dan geldiğimi, Hoca’dan selam getirdiğimi söyledim. Elini kalbinin üstüne koyup, “Eyvallah” dedikten sonra, telefon açıp, “Necmettin gel misafirimiz var” diyerek birini çağırdı. Meğerse her birinin, Hoca’nın koyduğu Türkçe bir adı varmış.

İstanbul’a döndüğümde Hoca ölmüştü. Bir gün eşimle Dergah’a gittik. Yerine geçen Hocay’la tanıştık. Bir ara namaz kılındı. Biz eşimle namaza katılmadık. Hiç kimse yadırgamadı. Tam namazı kıldıracakken, birisi “namaza daha 10 dakika var” dedi. Onun üzerine Hoca, “o zaman sohbet edelim” diyerek yere çömeldi ve bir sigara yaktı. Cemaatte kadınlar vardı ve çeşitli sorular sordular. Sonra ilahiler okundu, namaz kılındı ve yemeğe geçildi. Bir ara eşim, “Bir insanın hayatında dinin ne kadar yeri olmalıdır” diye sordu. Hoca da, ”kızım her şeyin ifratı zarar verir” dedi. Yani “meseleyi abartmayın” demiş oldu.

İşte benim tarikat maceram böyle. Yaklaşık 45 yıldan söz ediyorum. Bu süre içinde ne Tarikat’ın başı, ne de onunla birlikte tanıdığım kişilerin hiç biri, hiçbir şekilde değil baskı filan yapmayı, “namaz kılar mısın, Kuran okur musun” diye bir soru bile sormadılar. Kimsenin kimseyi bir şeye zorladığını görmedim. Pek çok yabancı meslektaşımı, arkadaşımı tanıştırdım, toplantılara katıldılar. Kimsenin hiçbir şekilde bir zorlamadan, olumsuz bir şeyden şikayet ettiğini duymadım. Bir araya gelinir, sohbet edilir, müzik dinlenir, zikr edilir ve dağılınır. Onlar tam birer Sufi’ydi.

Peki, ben bu yazıyı şimdi niye yazdım? Son zamanlarda çarşı yine karıştı. Güzel Türkiyem’de, her çarşı karıştığında güzel bir şey yok edilir. Gerçekten çok korkuyorum. Amacı yalnızca kişinin kendini geliştirmesini, olgunlaşmasını sağlamak olan, sayıları da herhalde artık çok azalmış olan kurumların bu furyada ortadan kaldırılacağından korkuyorum. Onlar ortadan kalkar ama bağnazlığın, sömürünün ve siyasetin ön plana çıktığı Tarikatlar yaşamını sürdürür.

01.10.2006

Benzer İçerikler :

Yöneticiler İçin Başarı Stratejileri 3

CCL’in (Center for Creative Leadership) “başarılı yöneticiler” ve “inişe geçen yöneticilerle” yaptığı araştırmaya devam ...

İnanıyorum Öyleyse Gerçektir

İnancımın aynı zamanda gerçeği yansıttığına “inanmazsam” hayatta bayağı zorlanırdım. Ailemin, sevgilimin, arkadaşlarımın beni sevdiğine...

Zihni Sinir Projeleri

Geçen hafta İstanbul’un dünya metropolleri içinde en güvenli olanlarından biri olduğunu ama bunun böyle devam etmeyeceğini söyledik. Yaklaşan seçimler ...

Akıldışının Cazibesi - II

Geçtiğimiz hafta, irrasyonel tarafımız üzerine konuşmuş; hayatımızın pek çok alanında, mantığa aykırı biçimde hareket ettiğimizi söylemiştik. Kelimele...

İlginizi Çekebilir :

İnternette Aşk 4

Geçen hafta, İnternette kurduğum ilişkilerin bana, günlük yaşamda kurduğum ilişkilerde yaşadığım pek çok zorluğu, kaygıyı aşma olanağı verdiğini ve ayrıca ...

Hayatın Tuzakları 2

Birkaç haftadır travmalardan ve ‘Hayatın Tuzaklarından’ söz ediyoruz. Önce kısa olmasına gayret ederek bir özet yapalım: 1. Bir yaşantının ...

İyimser Çocuklar Yetiştirebilmek

Daha önce birkaç yazımda hayatta iyimser veya kötümser olmanın ne gibi sonuçlar doğurduğunu dile getirmiştim. İş yaşamında, okulda, yakın ilişkilerde, ru...

Korku Kültürü - V

Bir süredir, bir “korku kültürü”nde yaşadığımızdan, korkunun yaşamlarımız üzerinde çarpıcı bir belirleyiciliği olduğundan bahsediyoruz. Önce, son ...