Yemekle Kavga: Düşman Kim?
Bayağı bir aylar önce “neden kilo alırız ve neden veremeyiz, verirsek de neden geri alırız” üzerine bir dizi yazı yazdım. Bu yazılarda ağırlıklı olarak bu döngüyü sürdüren aktörlerin rolü üzerinde durmuÅŸtuk. Yani, kendiyle ve bedeniyle sürekli kavga içinde olanlar, onları “tedavi etmeye” çalışan profesyoneller, zayıflama ilaçları üreten ilaç ÅŸirketler ve medyanın nasıl olup da bu döngüyü, bilinçli veya bilinçsiz, sürdürdüklerini dile getirmiÅŸtik.
Bu hafta ya da birkaç hafta, o yazılarda eksik bıraktığımız birkaç soruya açıklık getirmeye çalışacağız. Bu soruları soran ve uyaran okuyuculara teşekkür ederim.
Bu sorulardan biri: 1960’dan 2002 yılına gelinceye kadar, klinik açıdan “ÅŸiÅŸman” teÅŸhisi alanlar %50 arttı. Bu artış çocuklarda %300. Dikkatinizi çekerim; yanlışlıkla sıfır eklenmiÅŸ deÄŸil. Çocuklarda ÅŸiÅŸmanlık yüzde 300 artmış durumda. Bu yalnızca Amerika’da deÄŸil, dünyanın pek çok ülkesinde rakamlar Amerikan ortalamalarını neredeyse yakalar durumda.
Yazıları okuyanlar belki de hatırlayacaktır: Kronik şişmanlığın önde gelen nedenlerinden birinin, bu konudaki yaygın görüşe göre, kişinin kendini denetleyememesi olduğunu söylemiştik. Yani iş iradeye bağlanıyordu. Oysa sorunu irade gücüne bağlamak sadece sorunu içinden çıkılmaz hale getiriyordu. Bunun yerine, kişinin yemekle ve kendisiyle olan kavgasının önlenmesi ve bunu sağlamak içinde aşırı yüklenmeden alışkanlıkları değiştirmesi gerektiğini söylemiştik.
Yine yaygın görüşe göre genetik önemli bir rol oynuyordu. Genetik mirasın aşırı kiloyla bir bağı olduğunu düşündürecek çok neden ve bulgu var tabii ki. Ancak genetik faktörün 40 yılda böyle radikal bir biçimde rol oynayamayacağını da genetik bilimi bize söylüyor. Yani, genlerde 40 yılda yetişkinlerde %50 ve çocuklarda %300 oranında fark yaratacak değişikliğin olması mümkün değil.
Aşırı kilonun kendini kontrolle, denetleyememekle bir ilgisi tabii ki var. Ama soru şu: Bunun genlerin değişmesiyle bir ilişkisi olamayacağına göre, çocukların ve yetişkinlerin psikolojisi de 40 yılda bu durumu açıklayacak bir değişim içinde olmadığına göre, şişmanlık oranının bu yükselişini nasıl açıklayacağız?
Toksik Çevre
Pek çok araÅŸtırma çevreden gelen pek çok uyarıcının yeme davranışımızı ciddi biçimde etkilediÄŸini gösteriyor. Genlerimiz son 50 yılda deÄŸiÅŸmedi ama gıda ve beslenmeyle ilgili herÅŸey köklü bir biçimde deÄŸiÅŸti. Şöyle, 50 yıl önceki BeyoÄŸlu’nda bir gezinti yapalım ve çevreye gıda ve beslenme açısından bakalım. Tünelden Galatasaray’a kadar bir tek Markiz var. Çay ve kahve içilir. Åžu anda bu kimliÄŸini mecburen terk edip “Yemek Kulübü” olmuÅŸ durumda. Camlarında kocaman afiÅŸler asılı. Hangi yemek, kaça görebilirsiniz. Lüzumsuz yatırım olur diye, Allahtan, içerdeki mobilyalar deÄŸiÅŸmedi. Oturup ÅŸizoid ÅŸizoid bir yemek yiyebilirsiniz. Tepebaşı’nda Pelit’i görüyoruz. BeyoÄŸlu’nun üç Cafe’sinden biri. Genellikle “ekalliyet” ve “yabancı misyon üyeleri” oturur sohbet ederdi.
Galatasaray’a kadar Mayer, Lions, Oroz Dibak (bombeli vitrininde böyle yazardı), Le Bon Marche gözde maÄŸazalardı ama gıda tüketimi yoktu. Gıda iÅŸi Çiçek Pasajı’nda örgütlenmiÅŸti. Lefter’in Meyhanesi en ünlüsüydü. Taksime kadar birkaç restoran dışında (Hacı Abdullah olduÄŸu gibi duruyor) yiyecek satan bir yer yoktu. Sadece Atlantik Sosisçisi vardı. Tek Cafe; Tokatlıyan Oteli’nin giriÅŸindeki Cafe’ydi. Yemek genelde evde yenirdi ve üç öğündü. Bunun dışında birilerinin bir ÅŸey yediÄŸi görülmezdi. Kendini tutamamaktan yakınan kimselere de pek rastlayamazdınız. Acıkınca yenir, doyunca durulurdu. Ve günde ancak üç kere acıkılınırdı.
Bu gün dünyanın her yerinde, yalnızca metropollerde deÄŸil ufak kasabalarda dahi resim çok farklı. Televizyon zaten malum. Yale Üniversitesi psikologlarından Kelly Brownell bu rejim ve yemek odaklı atmosfere “Toksik Çevre” adını verdi. Bu çevrenin özelliÄŸi; enerjisi bol yiyeceklerle yoÄŸun temas, ciddi ve sistemli bir pazarlama faaliyeti, ucuz ve kolayca temin edilebilir yiyecek. Ayrıca buna tabii ki hareketsizliÄŸi eklemek gerekiyor.
Önümüzdeki hafta Toksik Çevre’nin yeme davranışımızı asıl biçimlendirdiÄŸini ve bu çevreyi nasıl etkisiz hale getirebileceÄŸimizi paylaÅŸacağız.
25.09.2009
Benzer İçerikler :
Bu yazı dizisinde size mutluluğu belirleyen evrensel 5 faktörden söz ederek yola çıktık. Geçen hafta kariyerinizden kaynaklanan mutluluktan söz ettik. ...
Geçen hafta aldatılan kişinin neler yaşadığından, neden aldattığından, terapiye yansıdığı kadarıyla kimlerin aldattığından söz etmiştik. Aldatmadan ...
Geçen yazımızda motivasyon kuramının tarihsel sürecini ele almış ve bunun iş dünyası için ne anlama geldiğini paylaşmıştık. Bilimin ortaya koyduğu bulgularla...
Geçen hafta, “Yetkinlikler Meselesi” ile ilgili olarak yanlış anlaşılan bir kaç noktayı netliÄŸe kavuÅŸturmaya çalışmıştık. Parantezi kapayÄ...
İlginizi Çekebilir :
DoÄŸumu görece yakın tarihli olanlar için “YaÅŸamsal Önemi Olan ArkadaÅŸlar” diyebileceÄŸimiz diziye geçen hafta Orhan Pamuk meselesi nedeniyle ara ...
Son bir kaç yazımda değişimin örgüt kültürü ile ilişkisi üzerinde durmuş, liderin ve yönetimin örgüt kültürünü yerleştirmede oynadığı önemli rolün üzerinde ...
Cumhuriyetimiz kurulduğu günden bu yana sürekli bir değişim sürecini yaşamakta. Bu süreçte özellikle belli değerleri, gelenekleri ve alışkanlıkları korumak ...
Paranın geçici de olsa insanları mutlu ettiğini biliyoruz. Ama geçici. Acaba mutluluğun para getirdiğini söylemek mümkün müdür? Eğer bu olabiliyorsa, o zaman ...