Güvercinlerde Batıl İnanç
Geçen hafta, burçlarla kişilik özellikleri arasında bir ilişki olup olmadığını araştırdığımız bir çalışmayı özetlemiştik. Hiç bir burcun hiç bir kişilik özelliği ile en ufak bir bağlantısı, ilişkisi yoktu. Aslında bir kaç kişilik özelliğinde var gibi gözüküyordu ama biraz kurcalayınca bu ilişkinin burçlarla değil mevsimlerle ilgili olduğunu görmüştük. Yani, insanlar bir şeye inanıyorlarsa, realiteyi inançlarını pekiştirecek tarzda yorumluyorlardı.
Peki insanlar nasıl oluyor da batıl inançlara, yani temelsiz ve asılsız inançlara sahip oluyorlar, diye sormuÅŸtuk. Bir kaç da örnek vermiÅŸtik: Maç baÅŸlamadan önce her iki kale direÄŸine üçer kere vuran kaleci, her maça mutlaka aynı çorapla çıkan voleybolcu, ellerini karşısındakinin bedenine yaklaÅŸtırdığında ÅŸifa verdiÄŸini düşünen ‘enerjici’, bu enerjiden medet uman kiÅŸi ve kendine göre bir formulle oynayan kumarbazın yaptıkları...
B.F.Skinner psikolojinin önemli bir ismi. Bugün insan davranışını açıklamada kullandığımız pek çok ilkeyi ona borçluyuz. Çok eser vermiÅŸ, çok sayıda araÅŸtırma yapmıştır. Bunların içinde en önemli makalesi; daha 1940’larda yayınladığı ‘Güvercinlerde Batıl İnançlar’ adını taşır. Skinner’in amacı; batıl inançların basit bir ÅŸartlanma süreciyle açıklanabileceÄŸini deneysel olarak göstermekti. Yaptığı ÅŸey de çok basitti. Bir kafesin içine güvercini koydu. 15 saniyede bir kafesin içine yem attı. Bir zaman sonra garip bir manzara ortaya çıktı. Güvercin olmadık davranışlarda bulunuyordu: KuyruÄŸunu sallamak, başını iki yana döndürmek, etrafında hızla dönmek gibi. Bunun da nedeni; kafesin içine her yem düştüğünde, güvercin o sırada tesadüfen ne yapıyorsa, o yaptığı ÅŸey sayesinde yemek kazandığını sanıyordu. Zavallıcık biraz daha yem kazanabilmek için olmadık ÅŸeyler yapmak durumunda kalıyordu. Dua ettiÄŸimiz için yaÄŸmurun yaÄŸması gibi.
1948’de yayınlanan bu makale ile, insan dünyasına atlanarak ilkel kabilelerdeki ayinlerin, herhangi bir bitkinin suyunu içip iyileÅŸmenin, tahtaya üç kere vurmanın, bazan buna kulağı da çekiÅŸtirmeyi de eklemenin, takıntıların ve daha pek çok davranış biçiminin açıklaması yapıldı. Ancak benzer araÅŸtırmaların insanlarla da tekrarlanması gerekiyordu. Nitekim gerek çocuklarda, gerekse yetiÅŸkinlerde, aynı güvercinlerde olduÄŸu gibi öğrenme ilkelerini kullanarak batıl inançlar oluÅŸturmanın mümkün olduÄŸu görüldü.
Bir araÅŸtırmada, Bobo adı verilen oyuncak bebek, her 15 saniyede bir, çocuklar o sırada ne yapıyor olurlarsa olsunlar, aÄŸzından bir bilya çıkardı. Çocuklara, yeteri kadar bilya toplarlarsa odadaki oyuncaklardan birini alabilecekleri söylendi. Sonuç aynı Skinner’in güvercin deneyinde olduÄŸu gibiydi: Çocukların %75’i çok belirgin batıl inançlar geliÅŸtirdi. Bilya alabilmek için Bobo’nun karşısına geçip dilini çıkarmak, Bobo’yu öpmek, burnuna dokunmak gibi. Çocuklar bu davranışlarının onlara bilya kazandırdığını sanıyorlardı.
Benzer birçok çalışma yetişkinlerde de aynı sonucu verdi. Bir çalışmada öğrencilere önlerindeki üç düğmeye istedikleri gibi basarak puan kazanmaları söylendi. Puanın kazanıldığı yanan yeşil ışıktan anlaşılıyordu. Tabii, diğer araştırmalarda olduğu gibiışık belli aralıklarla yanıyordu ve öğrencilerin davranışları ile bir ilişkisi yoktu. Ama öğrenciler oluşturdukları garip davranışların puan kazanmaya yol açtığını sanıyorlardı. İnanılır gibi değil ama, öğrencilerden biri puan alabilmek için bakın neler yapıyordu:
“SaÄŸ eliyle düğmeye dokunurken masanın üzerine çıkıyor, daha sonra sırayla yeÅŸil lambaya, cama, duvara, bir çivinin başına dokunuyordu. Sonra olduÄŸu yerde zıplamaya baÅŸladı, arkasından terliÄŸini eline alarak ve aynı anda zıplamaya devam ederek tavana deÄŸiyordu. Seansı yarıda bıraktı. Çünkü çok yorulmuÅŸtu”.
Tabii her öğrenci bu boyutta bir davranış sergilemiyordu, ama bilinç dışı şartlanmanın nelere kadir olabileceğini anlıyoruz.
Burada bir soru sorulabilir: Nasıl oluyor da kazancın çok seyrek olduÄŸu durumlarda batıl inanç devam edebiliyor? Düşünür ve matematikçi Pascal şöyle demiÅŸ: “Cennet ve cehennemin varolma ÅŸansı çok düşük bile olsa, risk almayın ve gerçek bir Hıristiyan gibi yaÅŸayın. Zamanla inanırsınız. EÄŸer cennet ve cehennem yoksa fazla bir ÅŸey kaybetmezsiniz”. Nitekim batıl inançları olan kiÅŸilere sorulduÄŸunda; “Öyle çok inanmıyorum ama risk de almak istemiyorum, ya tutarsa, neme lazım, ben gerekeni yapayım da sonrası allaha kalmış” gibi ÅŸeyler söylüyor. Bu durum özellikle kazanılacak ÅŸeyin çok büyük olduÄŸu zamanlar için geçerli.
Düzen Merakı
Söylenen bir diğer şey de: İnsan zihninin rastgeleye, tesadüfe, belirsizliğe, düzensizliğe, kaosa tahammül edemediğidir. Tesadüflerin arkasında mutlaka bir düzen arama ve yaşamı kontrolümüz altında tutma eğilimimiz olduğu anlaşılıyor.
Freud’un öğrencisi Jung teorisinde tesadüfe yer vermedi. Bir seansını şöyle anlatıyor:
Danışanım rüyasında kendisine altın bir ‘scarab’ (kadim Mısır’da kutsal sayılan ve ruhu temsil ettiÄŸine inanılan bir böcek) hediye edildiÄŸini anlatıyordu. Birden arkamdaki camda bir tıkırtı duydum. Baktığımda camdan içeri girmeÄŸe çalışan, aynı familyadan bir böcek duruyordu. Camı açtım. İçeri girdi. Belli ki içeri girmek için güçlü bir istek duyuyordu. Oysa bu türlerin böyle bir huyları yoktur”.
Jung bize, danışanın bilinçdışının böceği çağırdığını söylüyor. Tesadüfler arasında hayali ilişkiler olduğuna inanmak ve yalnızca batıl inançla ilgili davranışı gösterip istediğimize ulaştığımız durumlara dikkatimizi yoğunlaştırmak, batıl inançların sürmesinde rol oynayan en önemli faktör. Bir şeyin veya davranışın, sözün, kişinin uğurlu olduğuna inanmaya devam etmenin arkasında böyle bir ilke yatıyor.
Peki, çok inanılan bir ÅŸey gerçekleÅŸmediÄŸinde neden inancımızı deÄŸiÅŸtirmiyoruz? L. Festinger kıyametin yakında kopacağına inanan bir tarikatla iligili olarak gözlemini anlatıyor. Günü gelip de kıyamet kopmadığında, müritler lidere daha çok baÄŸlanmışlar. Festinger bunu, inanç sistemleriyle oynamanın çok daha fazla rahatsızlık yaratmasına baÄŸlıyor. “İmanını eksik etmemek” sorgulamaktan çok daha kolay.
İmanınızı eksik etmeyin.
17.04.2005
Kaynaklar
Festinger, L., Riecken, H. W., & Schachter, S. (1956).
When Prophecy Fails. New York: Harper & Row, Vyse, S. A., (1997).
Believing in Magic. Oxford Press
Benzer İçerikler :
Bayağı bir aylar önce “neden kilo alırız ve neden veremeyiz, verirsek de neden geri alırız” üzerine bir dizi yazı yazdım. Bu yazılarda ağırlıklı ...
Geçtiğimiz hafta, liderlerin kendi yeteneklerine odaklandıkları gibi, çalışanların da yeteneklerine önem vermeleri gerektiğinin üzerinde durmuş, büyük ölçekli ...
Geçen hafta şöyle demiştik: Hayatımız bir anılar koleksiyonudur. Değerlerimiz, tutumlarımız, kişiliğimiz anılarımızla ilgili duygular ve düşüncelerin ürünüdür. ...
Malatya olayının sonrasını heyecan ve itiraf etmeliyim keyifle izliyorum. Bir kere aynı olay bir kaç yıl önce olsaydı, ki oluyordu, haberimiz bile olmazdı. ...
İlginizi Çekebilir :
Bayağı bir haftadır travmalardan ve hayatın tuzaklarından söz ediyoruz. Son yazıda travmalarımızdan, hayatın tuzaklarından ve onların verdiÄŸi acÄ...
Buraya kadar söylenenleri bir özetleyelim: 1. Nerede kronik hale gelmiş, aşılamamış bir sorun varsa orada sorunu aşmak için bulduğumuz çözümün ya da çarenin ...
Geçtiğimiz haftalarda, doğanın (genetik) ve yetişmenin (çevre) insan yaşamı üzerindeki göreceli belirleyiciliğine dair felsefi tartışmayı ele almış, bu...
Bir süredir, bir “korku kültürü”nde yaÅŸadığımızdan, korkunun yaÅŸamlarımız üzerinde çarpıcı bir belirleyiciliÄŸi olduÄŸundan bahsediyoruz. Önce, son ...