Emre Konuk

Davranışsal Ekonomi Üzerine

Daha önce bu köşede, varsayımların, herhangi bir alana dair yaklaşımımızı, tutum ve davranışlarımızı belirleyen yapı taşları olduğundan bahsettiğimizi duymuşsunuzdur. Yanlış varsayımlar üzerine kurulu sistemlerin koca birer yanılgıdan ibaret olduğunu, er ya da geç savrulacağını duymak da muhtemelen sizi şaşırtmaz. Peki ya ekonomi gibi hayati bir konunun, bu yanlış varsayımlar üzerine kurulu sistemlerin başlıcalarından olduğunu söylesek?

Sohbetimize kendimize birkaç soru sorarak başlayalım: İnsanlar nihayetinde bencil midirler? Hiç bencil olmadıkları durumlar veya zamanlar var mıdır? İlk dürtümüz, diğerleriyle rekabet etmek mi yoksa işbirliği yapmak mıdır? Tamamen yabancı olan birine güvenmeye ne denli açığız? Bizim için nelerin değerli olduğunu biliyor muyuz? Bir şeyi satmamızı veya almamızı belirleyen unsurlar nelerdir? Nasıl karar veririz? Yaptığımız işi seçmemizin sebebi nedir? İşte motive olmamızı sağlayan nedir? Her birimizin bireysel kararları ekonomik krize nasıl katkıda bulunmuş olabilir?

Henüz gelişmekte olan, ancak şimdiden hızlı bir şekilde yayılan ve ekonomiye bambaşka bir perspektif getiren yeni düşünce ekolü davranışsal ekonomi, bilimsel yaklaşımdan faydalanarak insanların ekonomik yaşamlarında nasıl olduklarıyla ilişkili bu gibi soruları cevaplamak üzere çalışıyor. Geleneksel sisteme karşı çıkan davranışsal ekonomiye göre, ekonomistlerin en temel varsayımları, insanoğlunun gerçekte nasıl hareket ettiğine dair bilimsel bulgularla çarpıcı biçimde ters düşüyor.

Yeni ekolün argümanına geçmeden önce, geleneksel ekonomi yaklaşımından biraz söz edelim. Kabul edilen tanımına göre ekonominin hedefi, toplumun, kaynakları nasıl paylaştığını anlamak. Daha basit bir dille, soru; “kim neye sahip?”. Ancak ekonomistlerin işi, bu cümlenin yansıttığı kadar basit değil. “Kim” ve “ne” kavramlarını açmaya kalktığımızda, cevabın fazlasıyla karmaşık olduğunu görüyoruz. “Kim”, kendine has yaşantısıyla, kompleks ve değişken gruplara, kültürlere, uluslara dahil olan; kişiliği, ailesi, değerleri, inançları, becerileri ve imkanları birbirinden farklı milyarlarca insan. “Ne” ise iş, zaman, bilgi, fikirler, yetenekler, deneyimler ve başka pek çok çeşitli kaynak. Gelenekselci ekonomistler bu karmaşık sistemi anlayabilmek için iki temel genelleme benimsediler. İlk olarak, kaynakları, insan için değerli olan ve paha biçilebilir her türlü şey olarak kabul ettiler. İkinci olarak ise toplumu, ortak özelliklere sahip bir insana indirgediler (ki bu örneğin, Afrika’nın bir köyünde yaşayan, tarımla uğraşan bir kişiyle, New York metropolünde prestijli bir firmanın üst düzey yöneticisi olarak çalışan bir diğerini bir nevi standardize etmek anlamına geliyor). Her ne kadar ekonomistler genellemeleriyle insanı aşırı basite indirgemekle eleştirilseler de aslında başka türlüsü pek mümkün değil. Dahası, herhangi bir sistemi ele avuca sığdırabilmek için genellemelere ihtiyaç var. Geleneksel yaklaşımın problemi genellemeler yapmasında değil; yaptığı genellemelerin içeriğinde. Geleneksel yaklaşıma göre, insanoğlu, her tür ekonomik imkanla ilgili mükemmel bilgiye sahip, tamamen bağımsız, tümüyle rasyonel, bencil ve materyalist bir varlık. Tüketici olarak amacımız, ihtiyacımız olanı, mevcut bulunan en ucuz fiyata almak. Çalışan olarak arzuladığımız, mümkün olan en yüksek fiyata en az işi yapmak. Şirketlerin ise tek derdi kar, kar ve daha fazla kar etmek. Peki, gerçekten de insana dair en iyi tanım bu mu? Davranışsal ekonomiye göre, kesinlikle değil.

Yeni ekol, insanın yalnızca ve daima her tür ekonomik imkanla ilgili mükemmel bilgiye sahip, tamamen bağımsız, tümüyle rasyonel, bencil ve materyalist bir varlık olduğu varsayımına şiddetle karşı çıkıyor. Yazar Pete Lunn’un deyişiyle, insanların ekonomik yaşamlarını belirleyen duygusal, bilişsel ve sosyal nitelikli “ekonomik içgüdüleri” var ve sistemi anlamak için esas alınması gereken olgu bu. Pek azımız, insanın bağımsız, rasyonel ve materyalist olduğundan şüphe duyar. Davranışsal ekonominin savunduğu da zaten bu özelliklere hiç sahip olmadığımız değil, en az bu özelliklerimiz kadar baskın olan ve ekonomik yaşamımıza önemli ölçüde etki eden başka birtakım özelliklerimizin de bulunduğu. Bu özellikleri görmezden gelmek, gerçeği çarpıtmak anlamına geliyor.

Peki ne yapmalı? Eğer insanın “nasıl” olduğunu anlamayı hedefliyorsak, en iyi yol, insanı çalışmak ve bunu yaparken bilimsel yaklaşımdan yararlanmak. Davranışsal ekonomi, geleneksel yaklaşımın genellemelerinin, bilimsel dayanağı olmaksızın, tamamen matematiksel uygunluğu sebebiyle benimsendiğine dikkat çekiyor. Yeni ekol ise bilimsel yaklaşımdan taviz vermiyor;  aralarında Nobel ödüllü kişilerin de bulunduğu psikologlar, sosyologlar ve ekonomistler meseleyi, kapsamlı gözlem ve deneyler ile nesnel olarak araştırıyorlar.

Tüketicilerin, çalışanların ve iş insanlarının “ekonomik içgüdülerini” anlamak, ekonomiyi bir bütün olarak anlayabilmek için şart. Önümüzdeki birkaç hafta, ekonominin gerçekte nasıl işlediği hususunda çığır açıcı nitelikte olan, mevcut yaklaşıma meydan okuyan davranışsal ekonomi ekolünden bahsetmeye devam edeceğiz.

Kaynak

  • Lunn, P. (2010). Basic Instincts: Human natüre and the new economics. London, UK: Marshall Cavendish Business.

14.07.2011

Benzer İçerikler :

İki Dillilik / Çok Dillilik Ve Beyin Gelişimi - II

Geçtiğimiz hafta, iki dillilik/çok dillilik ve beyin gelişimi üzerine konuşmuş, iki dil öğrenerek yetişmenin birtakım bilişsel becerilerin gelişimine belirgin ...

Kenya'nın Melekleri

Hizmet aşkıyla tutuşan milletvekillerimizi, Başbakanımızı ve Reisi Cemhuriye’mizi, (Swahili dilinde öyle deniyor) kazasız belasız seçip işleri düzene ...

İyimserlik, Karamsarlık ve Başarı Üzeri

1999 Marmara Depreminden sonra bölgeye giden meslektaşlarımız çok ilginç bir durumla karşılaşmışlardı. Aslında bu, hiç beklemediğimiz ya da bizi çok şaşırtan ...

Mutluluk Para Getirir mi? 2

Geçen hafta iki iddiada bulunduk: 1. Bir iş yerinde çalışanların mutluluğunun artması, o iş yerine ciddi para kazandırır. 2. Bu iddia çok araştırmalarla ...

İlginizi Çekebilir :

İyiye Odaklanmak

Belgesel kanallarda hayvanlar aleminin günlük yaşamını izleyenler yakından bilir: Neredeyse tamamı hep tetikte yaşamak zorundadır. Tehlikeye, kötüye, olumsuza ...

Korku Kültürü - III

Geçtiğimiz haftalarda, bir “korku kültürü”nde yaşadığımızdan bahsetmiş; “korku ticareti”nin psikolojik bir silah olarak, etkilemek ve ...

İletişim Kuramı Ve Çift İlişkileri - III

Son iki yazımızda, iletişim kuramı perspektifinden çift ilişkilerinden bahsetmiştik. Eşler arasındaki çatışmaların esas olarak ilişkide hangi kurallara...

Marka Evliliği 3

Önce geçen iki haftanın kısa bir özetini yapalım. Markanın bilinirliği onun iyi bir marka olduğunu garanti etmez. Çünkü hedef, markanın bilinir olması...