Akupunktura İnanmak ya da İnanmamak
1999 depreminin ertesi günü bir karar aldık: Travma terapisi ile uğraşan uzman sayısı üçü beşi geçmiyordu. Çabuk sonuç alınan, eğitimi görece daha kolay bir yaklaşıma gereksinim vardı. Bir süredir gelişimini yakından izlediğimiz, uygun olmayan deprem bölgesinin koşullarında rahatlıkla uygulanabilir olduğunu düşündüğümüz EMDR diye bilinen terapi yaklaşımını ‘ithal’ etmeye karar verdik. İyi de yaptık. Yüzlerce meslektaşımız hızlı sonuç alınan bir terapi tekniğini günlük yaşamlarına soktular ve çok iyi iş çıkardılar. Sonuçları bir araştırmayla da destekledik. Saygın bir bilimsel dergide de yayınlandı.
Bütün bu süreç içinde inanılmaz şeyler yaşadık. Örneğin; bir kongrede sonuçlarımızı paylaşırken, saygın bir bilim insanı olarak bildiğimiz bir profesör gözümün içine bakarak “bütün bunlar şarlatanlık, mesleğimize ne kadar zarar verdiğinizi görmüyor musunuz?” demişti. O yıllarda yaklaşım ülkemiz için yeniydi, literatürü okunmamıştı, deprem bölgesindeki danışanlarımız travmalarını ortalama 5 seansta aşmışlardı, terapistler çok gençti ve bütün bunlar biz dahil herkesi şaşırtmıştı. Eleştirileri yersiz de olsa anlayabiliyorduk. Zamanla durumun değişeceğini düşündük. Galiba yanılmışız.
Geçenlerde yarı bilimsel bir toplantıda şöyle bir konuşma geçti:
“Ben EMDR’a inanmıyorum”
“Neden?”
“Çünkü nasıl oluyor da iyi geliyor belli değil”
“O zaman sen Akupunktura da inanmıyorsundur”
“Tabii ki inanmıyorum, ne o öyle Chi enerjisi filan”
“Peki, abi bir soru soracağım: Aspirin’e inanır mısın?”
“Nasıl yani?”
“Şöyle yani: Aspirin’in de onca şeye nasıl iyi geldiği bilinmiyor. Ama senin bir hekim olarak bugüne kadar ‘Aspirine inanmıyorum’ demek aklına bile gelmedi. Bugüne kadar “temeli saçma geldiği” için ne EMDR’la ne de Akupunktur’la ilgili bir araştırma okumadığını söylüyorsun. Eminim Aspirin’le ilgili araştırmaları da bilmiyorsun. Bu durumda inanmanın anlamı ne olabilir ki?”
Aslında olan şuydu: EMDR ve Akupunktur’un başarıları meslektaşımın bildiği her şeye ters düşüyordu. O yüzden de, merak etse bile araştırmıyordu. İnançlarımızı değiştirmeyi kolay kolay göze alamıyoruz. Neticede ona hem EMDR hem de Akupunktur’la ilgili araştırmaları göndermeğe söz verdim. Onların içinden Akupunktur’un bilimsel açıdan geçerliliğini gösteren birkaç tanesini aşağıya alıyorum.
Akupunktur 5000 yıldır piyasada. Bu sürede pek çok iyileştirici yaklaşım gelip geçmiş ama Akupunktur varlığını sürdürmüş. 1978 yılında Dünya Sağlık Teşkilatı (WHO) Akupunktur’u “etkili bir tıbbi yaklaşım” olarak kabul etmiş. Yine o yıllarda Amerikan Ulusal Sağlık Enstitüsü (NIH) de Akupunktur’un bazı hastalıklarda etkili olduğunu bildirmiş. 2000 yılında İngiltere Tıp Derneği (BMA) Akupunktur’un etkili olduğu hastalıkların sayısını bayağı arttırarak benzer bir sonuca varmış.
Akupunktur’un muhalifleri genelde Akupunktur’un plasebo etkisinden söz ederler. Yani baş ağrısı olan kişilere ağrı kesme özelliği olmayan bir madde, “ağrı kesici” olarak verilirse, bir kısmının ağrıları ya ortadan kalkıyor ya da azalıyor. Tıpkı ağrı kesici almışlar gibi. Akupunktur’un etkisini de böyle yorumlarlar.
Peki, hayvanlara Akupunktur yapıp etkili olduğunu gösterirsek ne olacak? Örneğin; kedilerin pençelerindeki bir nokta uyarılırsa, anestezi almışlar gibi acıya duyarsız hale geliyorlar. Hatta daha da ilginç olanı: Akupunktur’la acıya duyarsız hale getirilen kedinin omurilik sıvısı, başka bir kediye verilince, o kedi de acıya duyarsız hale geliyor. Ama plasebo sıvısı, yani ağrı giderici özelliği olmayan bir sıvı verilirse kedi acıya duyarsız hale gelmiyor. Kısacası en azından Akupunktur’un beyni uyararak bazı ağrı kesici maddelerin salgılanmasına yol açtığı kanıtlanmış oluyor.
04.03.2007
Benzer İçerikler :
Pek çoğumuz hatırlarız; küçükken doktora gitmek hiç kolay iş değildi. “Korkutucu” aletler, can yakabilen işlemler, tadı acı ilaçlar... Bir çocuk...
Geçen hafta kişisel gelişim kitapları ile ilgili bazı gerçekler ve efsaneler aktarmıştık. Bu hafta, kişisel gelişim kitaplarının kadın-erkek ilişkisine ...
Filistin’deki terapistlerin eğitimi ve süpervizyonu için son zamanlarda birkaç defa Filistin’e gittim. Eğitimler ve süpervizyon değişik...
https://www.dbe.com.tr/tr/yetiskin-ve-aile/18/terapistlerimiz/ Gerek mutluluğu yakalamak, gerekse işyerinde verimi arttırmak söz konusu olduğunda olumsuzdan ...
İlginizi Çekebilir :
Aslında hiç de niyetim yoktu Orhan Pamuk meselesine bulaşmaya. Çarşı zaten yeteri kadar karıştı, “bırak tarihçiler karar versin” dedim kendi ...
Geçen hafta yanına yaklaşılmaması, daha doğrusu uzak durulması gereken kadın ve erkeklerden söz etmiştik. Aslında daha önce yayınlanmış bir yazıydı. Ama ...
Geçen hafta “mahalle baskısından” söz ederken birkaç sonuç çıkarmıştık: “Mahalle” aslında ilişki içinde bulunduğumuz, kendine özgü ...
Geçtiğimiz haftalarda zihnimizin bize nasıl tuzaklar kurduğunu örnekleriyle açıkladık. Araştırmalar gösteriyor ki, kanıtları ancak kendi inançlarımız ile ...