Niye Zayıflayamıyoruz?
Önce geçen haftanın önemli noktalarını bir özetleyelim:
Kilonun, yani bedende biriken yağın kendisi kalp, kanser, diyabet, gibi rahatsızlıkların nedeni değildir.
Aşırı kilo ile diyabet, kalp ve daha pek çok hastalık arasında bir ilişki vardır ama bu nedensellik ilişkisi değildir. Örneğin; aşırı kilolularda diyabet riski çok yüksektir ama diyabete yol açan neden, aşırı kilo değil kilonun hangi yolla alındığıdır.
Kolesterolle kalp hastalığı arasında bir ilişki yoktur.
Risk oluşturan; kötü kolesterolün (LDL) küçük ve yoğun olanıdır. Onu da yapan yağ değil karbonhidratlardır.
Genetik şişmanlıkta önemli bir rol oynar.
Neden Şişmanlıyoruz?
Bu soruya cevap verebilmek için, yağın bedende nasıl biriktiğine bakmamız gerekiyor:
Bedende yağın birikmesini sağlayan ensülindir.
Ensülin, yağ hücrelerine yağ biriktirmelerini söyleyen tek hormondur.
Ensülin seviyesi yükseldiğinde yağ depolarız
Ensülin seviyesini yükselten ana faktör karbonhidratlardır. Özellikle rafine karbonhidratlar: Unlu ve nişastalı gıdalar ve şekerin bulaştığı her gıda ve içecek. Yağ ensülin seviyesini yükseltmez.
Yani formül şu: Ne kadar çok karbonhidrat, o kadar çok ensülin. Ne kadar çok ensülin o kadar çok yağ.
Neden Zayıflayamıyoruz?
Çünkü zayıflamak için önerilen gıda rejiminin kendisi şişmanlamaya neden oluyor. Genel zayıflama stratejisi; alınan gıdada yağı azaltmaktır. Yemeklerde yağı azalttığımızda, yediğimiz yemekte ister istemez karbonhidrat oranı artar. Bu da yukarıdaki formüle göre yağ birikimini tetikler. Bununla da kalmaz; karbonhidrat ağırlıklı beslendiğimizde, ensülin daha fazla salgılandığı için sürekli aç gezeriz. Yani günde 10.000 kalori alıp aç dolaşmak mümkündür. Karbonhidratı sınırlı tüm gıda rejimlerde kişiler açlık çekmez.
1930’lardan baÅŸlayarak bugüne kadar yapılan hayvan ve insan araÅŸtırmalarında araÅŸtırmacılar üç araÅŸtırma tasarımı kullandılar:
1. Düşük karbonhidrat, yüksek yağ ve protein (et, tavuk, balık vd.)
2. EÅŸit oranda karbonhidrat, yaÄŸ ve protein
3. Yüksek karbonhidrat, düşük yağ ve orta düzeyde protein
İstikrarlı olarak ortaya çıkan sonuç şu: Düşük karbonhidratlı gıda rejimlerinde insanlar diğerlerine göre çok daha fazla kilo verdiler, acıkma tetiklenmediği için ızdırap çekmediler ve kolay doydukları için daha fazla yemek istemediler. Üstelik bu araştırmaların bir kısmında karbonhidrat alımı sınırlanırken, yağa ve proteine bir sınır konmadı. Yani ne kadar istedilerse o kadar yediler. İnsanlar yine de zayıfladılar.
Sonuç: Kilo vermek için, alacağımız kalori miktarına değil, kalori cinsine, yani karbonhidratlara odaklanmalıyız.
Yemek ve Bağımlılık
Zayıflayamamanın önemli nedenlerinden biri de; karbonhidratların bağımlılık yaratmasıdır. Sembolik anlamıyla filan deÄŸil, bildiÄŸimiz bağımlılık. Yani alkol, sigara, uyuÅŸturucu, kumar cinsinden bağımlılık. Bu yüzden ve ilerde üzerinde duracağımız bir sürü nedenden ötürü zayıflama rejimlerini sürdürmek zordur ve verilen kilolar fazlasıyla geri alınır. Bu oran %98’dir.
Bu bağımlılığın, yaşantı düzeyinde psikolojik yansımaları vardır ama temelde fizyolojik bir bağımlılıktır. Bağımlılık yaratan her şey; alkol, uyuşturucu, kumar, seks, sevgilim, çocuğum, yemek (karbonhidrat) beynin ödül ve keyif bölgesini harekete geçirir ve beyin (!) daha fazlasını ister. Herhangi bir zayıflama rejiminde bu faktörü hesaba katmak gerekir.
Bir baÅŸka faktör; gün içinde yediÄŸimiz normal üç öğün dışında aldığımız, yani “atıştırdığımız” gıdalardır. Bunlar da genellikle karbonhidratlar ve ÅŸekerli maddeler veya içeceklerdir. Aldığımız kalorilerin %30’u bu yolla alınır. En azından Amerika’da bu böyle.
Bütün bu süreci pekiÅŸtiren bir olgu da; kilo sorunu yaÅŸayan kiÅŸinin yemekle, giderek kendisiyle girdiÄŸi kavgadır. En yıpratıcı olan da budur. Zayıflama programlarının %98’inin baÅŸarısızlıkla sonuçlanmasının temel nedenlerinin bir kısmı yukarda saydığımız fizyolojik süreçler ise, en az onun kadar önemli olanı da kiÅŸinin kendisiyle girdiÄŸi bu kavgadır.
Zayıflama programları ne yazık ki bu faktörü hep ihmal eder.
Haftaya devam.
02.03.2008
Benzer İçerikler :
Geçen hafta, “yönetim modeli” oluÅŸturmak söz konusu olduÄŸunda, giderek ağırlık kazanan ve bilimsel araÅŸtırmaya dayanan bir eÄŸilimden söz etmiÅŸtik. ...
Geçen hafta bir soru sorduk: Bir insanı işe aldıktan sonra ne kadar değiştirebiliriz? Bu son derece kritik bir soruydu, çünkü bütün dünyada, yetkinlikleri...
Önce özetimizi yapalım. 1. Marka-müşteri iliÅŸkisi söz konusu olduÄŸunda en büyük katma deÄŸer “marka bilinirliÄŸinden” deÄŸil, “marka...
Geçen hafta, “Yetkinlikler Meselesi” ile ilgili olarak yanlış anlaşılan bir kaç noktayı netliÄŸe kavuÅŸturmaya çalışmıştık. Parantezi kapayÄ...
İlginizi Çekebilir :
Yarın eÄŸer bir Terapistle ya da Psikolojik Danışman’la randevunuz varsa, gittiÄŸinizde kapısının mühürlendiÄŸini ve faaliyetine son verildiÄŸini...
Aslında hiç de niyetim yoktu Orhan Pamuk meselesine bulaÅŸmaya. Çarşı zaten yeteri kadar karıştı, “bırak tarihçiler karar versin” dedim kendi ...
Mutluluğun, evrensel bir boyutu olmakla birlikte, kültürden kültüre, hatta kişiden kişiye değişen bir yanı da var. Öyle ki, psikolojinin gelişmekteki bir alt ...
Geçtiğimiz hafta, psikoloji profesörü Sheldon Solomon ve meslektaşlarının geliştirdiği ve ölüm gerçeğinin insanlarda yarattığı kaygı ve bu kaygıyla baş ...


