İşte Mutluluk
Kimimize, belki de birçoğumuza göre, iş, yalnızca hayatı sürdürebilmek için üstlenilen bir mecburiyet; zevkten yoksun bırakan bir vazife; omuzlarda daimi bir yük. Gerek geçmişte gerekse günümüzde, özellikle de Türkiye gibi hiyerarşik yapılanmaların ağırlıklı olduğu toplumlarda, iş yaşamının pek çok çalışan için adeta mutsuzluk sebebi olduğunu biliyor ve anlıyoruz. Ancak, seçenekler aslında birçoğumuzun alışageldiği bu olumsuz tabloyla sınırlı değil. Belli koşullar sağlandığında, kişinin alanı veya konumu ne olursa olsun, işini yaparken mutlu olabilmesi mümkün.
Öncelikle “mutluluk” kavramı üzerine biraz düşünelim istiyoruz. “Mutluluk” derken kast ettiÄŸimiz ne? Evet, hepimiz mutluluÄŸun ne anlama geldiÄŸini biliriz; bununla birlikte, diÄŸer soyut kavramlar için de olduÄŸu gibi, tanımlamamız istenirse, hemen hepimiz zorlanırız, ve muhtemelen, mutluluk tanımımız, zihnimizdeki karşılığından epeyce eksik kalır. Aynı ÅŸekilde, ne zaman mutlu olduÄŸumuza ya da olacağımıza dair fikirlerimizi kolayca sıralarız; ancak mutlu olmanın nasıl bir ÅŸey olduÄŸu sorulsa, büyük olasılıkla, tatmin edici bulacağımız bir cevap veremeyiz. Gerçek ÅŸu ki, mutluluÄŸa ve mutlu olmaya dair iç dünyamızdaki zengin çaÄŸrışımları kelimelere döküp tümünü sözel ifadeyle kapsayabilmek çok güç. Üstelik, bazı geçmiÅŸ yazılarımızda da vurguladığımız gibi, mutluluk, evrensel nitelikte olmakla birlikte, çaÄŸrışımları, kültürden kültüre, hatta kiÅŸiden kiÅŸiye deÄŸiÅŸiklik gösterebilmekte. Bu görecelilik ve öznellik, mutluluÄŸa dair yekpare bir tanımlama yapmayı zorlaÅŸtırıyor. BaÅŸlıca çalışma alanı psikolojik saÄŸlık, iÅŸlevsellik, haz gibi olumlu temalar olan pozitif psikoloji ekolü bile, mutluluÄŸu tanımlamada henüz bir uzlaÅŸmaya varabilmiÅŸ deÄŸil, ve her tanım, anlamda bir indirgeme olduÄŸundan, belki de ortak bir tanım arayışından kaçınmak gerekiyor.
ÇaÄŸrışıma dair bazı farklılıklarımız olmakla birlikte, hepimiz, mutluluÄŸa dair pek çok zihinsel deneyimi de paylaşıyoruz. Pozitif psikoloji ekolünün öncülerinden Mihaly Csikszentmihalyi’nin dünyanın çeÅŸitli yerlerinde on binlerce kiÅŸinin katılımıyla gerçekleÅŸtirdiÄŸi araÅŸtırmalarına göre, yaÅŸ, cinsiyet, eÄŸitim seviyesi, ve hatta yapılan iÅŸ fark etmeksizin, mutluluÄŸun hissedildiÄŸi, yoÄŸun keyif alınan zamanlardaki zihinsel deneyim, önemli bir özelliÄŸi paylaşıyor. KiÅŸilerin, tamamen bir dış kuvvet tarafından taşındıkları veya bir enerji akımının etkisiyle çaba sarf etmeksizin hareket ettikleri ÅŸeklindeki metaforlarla tarifledikleri bu zihinsel deneyimi, Csikszentmihalyi, “akış” (“flow”) olarak adlandırıyor. Akış, kiÅŸinin o anda yaÅŸadığı sürece tamamen kendini kaptırması ve düşünce ile eylemin ve kiÅŸi ile çevrenin birliÄŸi ve yoÄŸun etkileÅŸimi gibi unsurlarla karakterize bir deneyim.
Mutlak bir hazza ulaşmaktan söz etmediğimizin altını çizmek istiyoruz. Akış, kişinin hiç yorulmadığı ya da zorlanmadığı bir şeyle ilgilendiği ya da meşgul olduğu anlamına gelmiyor. Örneğin, bir dansçı, dansçı olabilmek adına çok çaba verir ve çok şeyden feragat eder; üstelik, dans ederken fiziksel ve zihinsel olarak zorlayıcı bir şey yapmaktadır; ancak yine de o anda keyfin, kendiliğindenliğin ve odağın bir aradaki varlığını deneyimler; akıştadır.
Csikszentmihalyi, ABD’li psikolog Maslow’un “ihtiyaçlar hiyerarÅŸisi” kuramına deÄŸiniyor ve mutluluÄŸumuzun bu ihtiyaçların karşılanmasıyla ilgili olduÄŸunu hatırlatıyor. "İhtiyaçlar hiyerarÅŸisi" kuramına kısaca deÄŸinecek olursak; farklı öncelikleri olan ve geliÅŸimsel bakımdan önem taşıyan çeÅŸitli ihtiyaçlarımız var. Bu ihtiyaçlar, yaÅŸamsal bakımdan önceliklerine göre belirginlik kazanıyor ve yalnızca bir önceki ihtiyaç karşılandığı takdirde bir sonraki ihtiyaç baÅŸlıca önem arz eder hale geliyor. En öncelikli olan, fizyolojik ihtiyaçlarımız. Onu, sırasıyla, güvenlik, sevgi/ait olma, saygı ihtiyaçları takip ediyor. Piramidin en tepesinde ise, kiÅŸinin kendini gerçekleÅŸtirme ihtiyacı bulunuyor. Csikszentmihalyi, kiÅŸinin kendini gerçekleÅŸtirebilmesi için iki kiÅŸilerarası mekanizmaya gereksinim duyduÄŸunu ve bu mekanizmalar anlaşıldığı takdirde mutluluÄŸun daha ulaşılır olduÄŸunu söylüyor. İlki, kiÅŸinin özgün bir birey olduÄŸunu anladığı ve özgünlüğünü özgür bırakıp deÄŸerlendirmeyi arzuladığı farklılaÅŸma/ayrışma mekanizması. İkincisi ise, kiÅŸinin, ne kadar özgün olsa da, baÅŸkaları ve çevreyle iliÅŸki içerisinde bulunduÄŸunun farkında olduÄŸu ve bunun duyarlılığını taşıdığı bütünleÅŸme/birleÅŸme mekanizması. Csikszentmihalyi‘ye göre, bu mekanizmaların her ikisi de kiÅŸinin repertuarında olduÄŸunda, yani kiÅŸi geliÅŸimsel olarak hem farklılaÅŸmayı/ayrışmayı hem de bütünleÅŸmeyi/birleÅŸmeyi öğrendiÄŸinde ve bunları bir arada kullanmayı sürdürebildiÄŸinde, mutlu olma ÅŸansı artıyor.
Peki, bütün bunların iş hayatıyla ne ilgisi var? Akışın önemli bir özelliğinin, düşünce ile eylemin ve kişi ile çevrenin birliği ve yoğun etkileşimi olduğunu söylemiştik. Csikszentmihalyi, başarılı olmak için kişinin bir yandan kendisinin en iyisini yapmak, bir yandan da kendisinden daha büyük bir şeye (toplum, çevre, vb.) katkıda bulunmak için çabalaması gerektiğini vurguluyor. Yani hem bireyselliğinin hem de toplumun bir üyesi olduğunun bilinciyle hareket etmesinin, akış deneyimi; akış deneyiminin ise başarı için kritik olduğunu söylüyor ve iş hayatını bu doğrultuda biçimlendirmenin, işveren, yönetici ve çalışanlar için muazzam fark yaratabileceğine dikkat çekiyor.
Haftaya devam.
Kaynak
Csikszentmihalyi, M. (2003). Good Business. ABD: Penguin Books.
17.10.2012
Benzer İçerikler :
Geçen hafta tüm kültürlerde ortak, evrensel duygu ve davranış özelliklerinden söz edebilir miyiz diye sorduk. Bu soru önemliydi çünkü eÄŸer insan davranışınÄ...
Geçen hafta internette kurallarını, yasalarını anlamakta ve yorumlamakta güçlük çektiğimiz bir ilişki tarzının, hatta yeni bir sosyal fenomenin oluştuğundan...
Bu yazı dizisinde, içsel bir motivasyonla, en doğal biçimiyle yaptığımız aktivitelerden, girdiğimiz ilişki biçimlerinden, öğrenme tarzlarından söz ettik. İçsel ...
Nedeni Yanlış Anlamak! Birkaç haftadır size zihnimizin oynadığı oyunlardan söz ediyorum. Son olarak, geçen hafta sizlere insanların sebep-sonuç ilişkileri ...
İlginizi Çekebilir :
Yıl 1950. Yer Amerika BirleÅŸik Devletleri… Minneapolis’te Lake City kasabasında yaÅŸayan ve sıradan bir ev kadını olan Marion Keech, adının Sananda ...
Geçen hafta iÅŸyerlerine, ekiplerine ve çalıştıkları kurumlara baÄŸlılığı yüksek olan çalışanların profili üzerinde durmuÅŸtuk. Bununla da kalmayıp, “baÄŸlı ...
Geçen hafta Marka evliliğinden, daha doğrusu markayla evlenmekten söz ettik. Deyim çok yerindeydi çünkü evlilik demek, bağlanmak yani duygusal bağlar...
Geçen hafta egzersizin, yani düzenli koşmanın ya da spor yapmanın yalnızca kalp krizini önlemeye ya da zayıflamaya yaramadığını, daha pek çok alanda faydasının ...